11 Ağustos 2015 Salı 0 fikri olan

Sesler


"Boyası çizilmiş, kapakları gıcırdayan kim bilir belki de 60 yıllık ahşap dolabın alt rafından 80'lere ait bir 45'liği çıkardı, yıllardır meşe sehpanın üzerinde sükunetini bozmadan durmayı başaran pikabın tablasına yerleştirip kafayı da plağın başına büyük bir özenle bıraktı. Dikkatli olmalıydı, bu kırılan kaçıncı iğneydi. Daha sonra aklına koyduğu gibi balkona doğru ilerledi. İğnenin oyuklardan geçerken çıkardığı cızırtılar henüz başlamıştı ki mutfakta kaynamakta olan suyun sesini işitti. Bir an ikilemde kalmış olsa da toparlanıp sesin geldiği tarafa, mutfağa doğru yöneldi, her zamanki gibi terliği yolluğa takılmış düşmekten son anda kurtulmuştu. Bu yaşa gelmişti fakat yürümeyi bir türlü öğrenememişti, her zamanki gibi dirseğini mutfak kapısının kasasına çarptı. Ufak çaplı elektriklenme uykusunu alıp gözünü açmasında fazlasıyla faydalı oldu. Öncesinden cam kapaklı mutfak rafından indirip hazırladığı bardağına suyu ekledikçe içeriyi Kolombiya kahvesinin aroması kapladı, yüzünüyse buhar. Gözlüğünü gömleğinin köşesiyle temizledikten sonra çay kaşığını bardakta gezdirmeye başladı. Kaşıkta asılı duran damlaları düşürmek için iki tık kafiydi, çok hızlı olmayacak şekilde bardağın kenarına dokundurdu kaşığı. Uzun zamandır şeker kullanmıyordu bu defa da aynısını yaptı, kahvesini karıştırdı ve daha önce yönelip sonradan vazgeçtiği balkona doğru ilerlemeye başladı. Holün sonuna geldiğinde ayak ucuyla yolluğu düzeltti. Bardağın kenarından yere doğru hızlıca iniş yapan damlalara yetişemedi, her zamanki gibi onları da sütreledi. Bunca uğraştan sonra balkona ulaşıp sallanan sandalyesine kurulduğunda pikapta çalan şarkı nakarata geçmişti. Derin nefes alıp bir taraftan şarkıya eşlik ederken diğer taraftan da elini, solunda bulunan kitabına doğru uzattı. Belki de 30 yıllık bir kitaptı okuduğu, sayfaları sararmış ve hatta sertleşmişti, hiç görmediği dedesinden tek yadigardı, kordonu kopmuş, inatla ve hala çalışan Seiko'dan sonra. En ufak bir hareketle yırtılabilirdi, bu yüzden büyük bir dikkatle çeviriyordu sayfaları. Kahvenin huzur veren kokusu eşliğinde kaldığı paragrafı aramaya başladı, çok geçmeden bulmuştu. Tam da o günü tasvir edercesine okumaya koyuldu: "Serin bir akşamüstü, parkta oynayan çocuklar, koşuşturma içindeki insanlar... Kimse bir başkasının ne düşündüğünü bilmeden ve kimsenin içinde en ufak bir merak dahi olmadan gündelik işlerindeydiler. Koşuşturuyordu yetişkinler, çocuklar da aynı durum içerisindeydi, tek farkları yüzü asık insanların aksine etraflarına gülücük saçmalarıydı. Oysa insanlar..." Okurken yaşadığı bu cümlenin bitmesini beklemeden kahvesinden bir yudum aldı. İçini ısıtan bu yudum dilini de yakmıştı, can havliyle yanı başında duran suya uzattı elini, kim bilir kaç günlüktü. Kana kana içti, çölde Mecnun gibi. Şimdi biraz daha iyiydi, okumaya devam etmek istedi. Bu arada kurabiyesinden de bir parça almayı ihmal etmedi. Ağzında dağılan bu küçük ve tatlı un mucizesini bir yudum kahveyle çamur haline getirdi, insanlar da böyle olmaz mıydı dünyaya daldıkça çamura bulanmaz mı. Yıllardır zevk alıyordu aynı şeyleri yapmaktan. Bu sefer de aynı duyguyu yaşıyordu, bir sonrakinde bir daha, biliyordu. Son nakaratını söyledi billur sesli güzel kadın. Çıkıp gelse hala aynı güzellikteydi, ismiyle müsemmaydı, peri gibiydi. Hemen değiştirmedi plağı, biraz dinlensin istedi, aslında kalkmaya üşenmişti, kendinden bahaneler üretti. Eğik açıyla vuran güneş ortalığı ısıtsa da dizlerini örtmeden oturamazdı. Telde asılı duran battaniyeye uzanıp dizlerine yerleştirdi, alışkanlık haline getirmişti, şimdi soğuk hava onu rahatsız edemezdi. Karar vermişti, bu bölümü bitirmeden kitaptan başını kaldırmayacaktı. Ne var ki kuş cıvıltıları ve şadırvandaki suyun dans etmesi buna engeldi. Biraz dinlenmek için çevresinde olan bitenleri seyretmeye başladı. Köpek yavruları birbirleriyle şakalaşıyordu, havlamayı yeni öğrenen ağabeyleri her havlayıştan sonra kendisiyle gurur duyduğunu göstermek için sürekli tekrarlıyordu. Bir taraftan da çıkardığı sese şaşırıyor. Çocuklarını çağırmak için camdan sarkan kadınlar dedikoduya koyulmuştu. Akşam fiskosu başlamış, hepsinin ortak noktası dışarıda oynayan çocukların en tatlı ve en zeki yaratıklar olmasıydı. Aslında herkes haklıydı, tüm çocuklar zekiydi, zeki doğar, zeki büyürdü. Onları ahmaklaştıran eğitim sistemiydi. Ve bu tatlı veletler geleceğin gerzek, somurtkan, mutsuz ve umutsuz birer insanları olacaktı. Tıpkı ebeveynleri gibi. Ama şuan her şeyden habersiz koşuşturma içerisindeydiler. Ellemedi hiçbirini, sesini de çıkarmadı onlara. Bırakın oynasınlardı, bıraktı onları bir başlarına. Karanlık çökmek üzereydi, akşam ezanı birazdan okunur üstü toz toprak olan çocuklar banyoda temizlendikten sonra uyku vakitleri gelene kadar insanın beynini yiyip bitiren kara kutunun karşısında, baş köşede yerlerini alırdı. Anne babasını örnek alan bu çocuklar geleceğin birer yüz karası olmak için uğraş içerisindeydi. Yalnız onlar mı? Okumaktan aciz olan tüm insanlar, hayvanlar zaten okuyamazlar. O dalarken hülyalara bir anda çıkan rüzgar içini titretmişti, kalksa yapacak çok şeyi vardı, oturmayı seçti, kitabına yoğunlaşmayı. "Oysa insanlar..." diye devam etmişti, imam elini kulağına götürdüğünde."