29 Aralık 2015 Salı 0 fikri olan

Yemek Yaptım

En çok neye acıkır insan, acı neden bu kadar çabuk hissettirir kendini?
Hiç dinlediniz mi acıya susayan birinin sesini?
Nasıl olur da unutamaz insan, yaralayanları kalbini?
Ne kadar kolaydır unut demek, oysa nasıl çıkar hüznün kara lekesi?
Beyhude midir bekleyişler?
Vuslat hiç mi yakın değildir?
Hasret ne zaman dinecektir?
Bu Gizem... daha ne kadar sürecektir?

Ne kadar da güneşli bir gün, gözlerimi alıyor camdan süzülüşü gün ışığının. Meraklı, sabahın köründe gel gir içeri... Yeni bir haftaya başlamak, geç yattığı halde erken kalkmak ya da kendini buna zorlamak. Gece muhteşemliğiyle kaybolmuş gün ağarmıştı, bense bu mucizeye bir kez daha şahit olamamıştım. Sıradan bir kış güneşi hakimdi İstanbul'a, senin gülüşün kadar da hileli. İkisine de inanmadım, kendimce doğru olanı yaptım; yine kandırıldım. Soğuğa alışmanın seni unutmak kadar zor olduğuna bugün tekrar şahit oldum tıpkı geçen gün gibi ve diğerleri... Ne yazık ki yine anlamayacaktım. Söylenerek kalkmaya çalışırken yatağımdan bugünün o günden farklı olacağı hissi bedenimi sıkıca sarmaya çalışırken en sevdiğin şarkının sesiyle uyanmak alt üst etti her şeyi. Oysa alarmdan önce uyanmıştım, sadece birkaç dakikayla sana yetişemedim, tıpkı saatlerce ağacın gölgesinde beklediğim gibi seni. Erken kalksam da sana geç kalmıştım, senin o gün yaptığın gibi. Tüylerimin ürpermesi, bugünün de o günden farklı olmayacağı endişesinden alıkoyamadı beynimi. Geç kalmaya çalıştım işe, daha kalkmadan tekrar uyumak istedim, erken kalktım ya yine uyuyamadım. Sanki geceydi hissettiğim gözlerimi kapattığımda, yorgan altında gözyaşlarımı arasam da biçare; akarken yüzümdeki yastık izinden buhar olup gitmişler, daha yere düşmeden. Çocuk gibi sevindim, gereksizce tebessüm ettim düşemeyen yaşlarıma, daha intiharı bile öğrenememişlerdi, bu yaşa geldim hala büyüyemeyişime gülerim, neyse üzerime fazla düşmedim. Bir anda başladı ve bitti gün, ne kadar kısa bu günler anlamıyor insan hep kaçırıyor batarken güneşi, onun da canına minnet ya el bile sallamıyor karartırken gözlerini. Odaya tıkılmış bedenim, mahkum zihnim, cezasını çekiyor diğer günler gibi. Turnikeler bugün ötmedi, hiç ses çıkarmadılar gelişime de gidişime de, inadına yapıyor görmezden geliyorlar beni, sinirlenirim sanıyorlar, kafama takmıyorum ellerim cebimde üşüyerek eve gidiyorum. Boynum bükük, kimseyi görmek istemiyorum, insanlara çarpmamak için kaldırımda cambazlık yapıyorum, canım sıkılıyor sonra oyunbozanlık yapıp yolumu değiştiriyorum. Allahtan yok kimseye minnetim, ekmeğin poşetini bile kendim açıyorum, inadına yardım edeyim mi dese de kasiyer açtım diyorum, açtım herhâlde... Bir türlü çenemi kapatamıyorum, hareket etmese de dudaklarım söylene söylene eve varıyorum. Bir elim anahtarı ararken diğeri cebimi karıştırıyor, sakın çıkmayasın diye dua ediyorum. Şükür senden önce bulup hızlıca kapıyı açıyorum, günlerden pazartesi ya ayakkabıyı bugünün rafına kaldırıyorum. Bir taraftan kapıyı kilitlerken diğer yandan anahtarı arıyorum, yine yanmadı lamba, salonu es geçip kendimi yatağa bırakıyorum. Bugün sanki yaşanmamış, çöp dökmeye gitmişim de gelmiş gibi pislik kokuyorum, belki üzerime sinen insan kokusu çıkar diye duşta kendimi hırpalıyorum. Söz verdim bugün yemek yapacağım, ne tuz koyacak ne de ölçüyü kaçıracağım. Tam kararında olacak yemek, oysa ben ne istediğimi bilmiyorum, ah şu kararsızlığım, bugünü de aç geçirmeyi hiç istemiyorum. Buzdolabı zorluyor elimi sakın açma, kaçırma keyfimi der gibi, buzluğa yöneliyorum zincirlemiş kendini. Kombi ısıtmamaya yemin etmiş evi, sular olanca soğukluğuyla üşütüyor ellerimi. Şarjı bitmiş tabletin, telefon açmıyor gözlerini. Hani bugün de sıradandı. Oysa tüm eşyalar hesap sormak için sıraya girmiş gibi. Ne yaptım size dedim, sadece duvarları yıktım, altında mı kaldınız sanki ezilen benim varlığım. Yeter bu kadar vakit kaybı, buzdolabıyla boğuşarak kırmızı-yeşil biberi, patlıcanı buzluktan da tavukları çıkarırken zaferime seviniyorum. Küçük şeylerle mutlu olamasam da kendime yetebiliyorum. Birkaç patates, beş diş sarımsak ve soğanlardan en göz yaşartanı seçtim, bugün yine ağlamaklı sesim, bugün yine öfkeli kalbim. Tek tek ilgilendim hepsiyle, ayrı ayrı şefkat gösterdim her bir sebzeye. İçim acısa da derilerini yüzerken, onları savunmasız bırakmış olsam da aldırmıyorum, hem artık ben de savunmasızım. Her şeyi eşit şartlarda savaşmak için yaptım. Ve ben öndeydim hepsini lime lime ederken fırın tepsisini hazırlan diye tekmeledim, çabuk ol yoksa seni de döverim. Tolstoy'u bilmem ama işte benim bahadır askerlerim: bıçağım ve bileğim. Hayır intihar yok bugün, onca kere telef olduktan sonra bugün ölmeyeceğim, oysa habersizim; belki de katli vacibim. İki saat yetti de arttı hıncımı almaya. Arada gözüm telefonda, hep aynı sesler geliyor, artık aldırış etmiyorum, farklısını beklesem de yine bildiğini okuyup bambu çalıyor. Bugün de ben yazmayacağım diyorum, elim hatta içim gitse de kalbime mukayyet oluyorum; kendimi bu kadar ele vermeyi hiç sevmiyorum. 'Unconditional Love'ı yine beceremiyorum, sırf bu yüzden her defasında sevmekten vazgeçiyorum. Boğulacağım yalnızlıktan yine de ses etmiyorum, s.o.s verse de kalbim 911'i aramıyorum, arasam da 112'ye yönlendirecekler, yine Türkler açacak telefonu; biliyorum. İçimdeki yaraya dışardan hiçbir ilaç deva olmaz bunu bilip bunu söylüyorum, yine çok bildin sen! Susuyorum. Tıpkı üç haftadır! yapmaya çalıştığım gibi, zaten ne alim gibi kelam edebiliyorum ne de arif gibi seyredebiliyorum. Kamil gibi sükut edemesem kendim gibi olmaya çalışıyorum, sesimi kısıyorum. Üzülür gibi oluyorum halime, çaresizmiş gibi hissederken yine tesellim Mustafa oluyor: 'Bu saatten sonra ne kapın çalar ne de telefondan bir ses çıkar Necati, yalnız geldin dünyaya, biriyle mi dönmeyi düşünüyorsun ki, ye sen yemeğini, hiç bozmayasın keyfini.'