16 Ağustos 2016 Salı 1 fikri olan

Sırası Değildi

Sırası değildi,
Bu kadar sebep gereksiz,
Onca bekleyiş nafileydi.

Ne vakit vardı sevmeye
Ne de beklemeler bitecekti.

12 Ağustos 2016 Cuma 0 fikri olan

Neden


'Neden?' dedi. Konuşmasa da bakışlarıyla sorduğu soru buydu, sanki soracak başka soru yokmuş gibi, sanki cevabını da çok merak ediyormuş gibi. O zaten halinden memnun, keyfine diyecek yoktu. Açıkçası bir cevap beklediği de söylenemezdi, içi boş koca bir soru cümlesiydi. Şu da vardı ki ve bu sanırım görünür sebepti; aylardır sessiz ve suskun, dizlerindeki başı okşarken konuşmayı başlatmak için atılmış bir piyondu. Evet tam olarak buydu. Zayıf ve güçsüz olduğu her halinden belli olan ve çoğunluk olmasına güvenerek en önde savaşan, etkisiz, vasıfsız olduğunu düşünmeyen düşünse de anlamaktan aciz bir piyondu. O, şahı koruduğunu zanneden ama öne atılmış bir yem olduğunu düşünemeyen geri zekâlıydı. 'Kendine bu kadar haksızlık etme' diyebildi, buluttan kaptığı nem miktarına şaşırarak. Eyvallah der gibi başını hareket ettirip dizlerinden aldığı sıcaklığı daha fazla hissedebilmek için yönünü değiştirdi. Bu defa gözlerini görebiliyordu. Gerçi ağlamaktan şişmiş o kan çanaklarıyla kim karşılaşmak isterdi ki. Bir taraftan sağanak yağmur gibi yanağına akan o tuzlu sıvının sıcaklığıyla hemhal olup adeta kezzap etkisiyle erirken bir taraftan da  'Neden' diye tekrarlanan soruyu duydu. Çatlamış dudakların arasından çıkan o ses birikintisinden anladığı tek şey buydu. Tutamıyordu kendini. Her şeyi merak eden öğrenebilmek için çabalarken sınırlı kelime haznesi yüzünden konuşamayıp derdini anlatamamaktan çırpınan bir çocuk gibiydi. O kadar çok cevap vardı ki ima edilen bu soruya verilecek sessizliğini bozmadı. Alışkındı, hep böyle yapıyordu. Konuşmayı istediği zamanlarda susmayı tercih ediyordu, öyle öğretmemişlerdi yalnızca o kendisini böyle yetiştirmişti. Hangisi daha zordu, kendisine öğretilen yalan yanlışlarla yaşamaya ve buna alışmaya çalışmak mı yoksa yaşayarak elde ettiği o doğrularını insanlara anlatmadan anlaşılmadığından yakınmak mı? 'Yine mi aynı şey?' Dedi. 'Neden diyen, başımın etini yiyen sendin, şimdi de oturmuş anlatmama izin vermiyorsun' demek istedi. Fakat O, dünyadaki insanların yarısının yaptığı şeyi yaptı; konuşması gerektiği yerde, anlatacağı çok şeyin olduğu günlerde sessizliğini korudu. Diğer yarısı zaten bilip bilmeden konuşmaya devam ediyordu. Ve hayat konuşmayanların bilgeliğinden ziyade konuşanların gevezeliğini dikkate alıyordu, ve kendisini böyle yönlendiriyordu. Doğruyu söylemek gerekirse avutuyordu. Zaten doğrular hep yalnızdı. 'Yahu senin ne alıp veremediğin var hayatla?' Diye soracağı sırada yanlışını farkederek özür diledi. 'Özür dilerim, değer verdiklerim, geri alamadıklarım. Özür dilerim, hayatımı verip hayatı olamadıklarım. Özür dilerim, içimde yaşattıklarım, dışa vuramadıklarım' gibi  bir özür değildi bu. Özrünü, asaletini koruyarak diledi; suskunluğunu bozmadı. Bu çaresizden başka kim hayatla ters düşmeyi göze alabilirdi ki, kimin hayatla bir derdi olabilirdi. 'Çaresiz değilim' dedi içinden, öncelikle ona açıklık getirmek istedi. Mırıldanarak 'Çıkar yol da aramıyorum' dedi, zaten yolunu kaybedecek kadar aklını yitirmemişti. Sırası değildi şimdi konuşmanın, sadece pekişmesini bekliyordu duygularının. Henüz bitirmişti ki cümlesini 'Duygu mu' dedi, başını okşamaya devam ederken, o sessizliği kahkaha bozdu, gülmekten sallanan ayva göbeğini hissedebiliyordu. Kulağını çınlatan bu haykırışa bir cevap vermeliydi, başını kaldırmaya çalışsa da o ağırlığa gücü yetmedi; zaten hep öğütlemişlerdi ağırbaşlı ol diye, çaresizce insanların yönlendirdiği yola gittiğinden habersizdi. 'Çaresiz falan değilim, lanet olsun!' Demek istedi fakat yalnızca hissetti. 'Sen en son ne zaman sevdin ki' dedi. Art arda geliyordu kurşunlar, piyonlar bu defa silahlanmıştı, hangi birine cevap versem diye düşünürken 'Duygu, sadece sevmek midir' dedi, sessizliğini bozmadan. Nefret de bir duygu değil midir, öfke ya keder. Bunların sahibi zenginler duygusuz birer yoksul muydu, sahi bunların bir açıklaması var mıydı? Duygu sadece iyi hisler miydi kalpten gelen? Nasıl da kandırıyorsunuz kendinizi, ne kadar da sığ düşünüyorsunuz derken sinirden titrediğini farketti, başını yine çekemedi dizlerinden. Yağmur kesilmiş yerini rimelinin aktığı kara bulutlara bırakmıştı, güneş açmasa da fırtına dinmişti. Bu defa sıra O'ndaydı, O'ysa bundan habersiz kendiyle ilgilenmekteydi. Yine geçirmişti sırasını, boş yere beklemişti. Saçlarındaki gezintisi bitmemişti o elin hala, ne derse desin, ne yaparsa yapsın kızamıyor halinden memnun görünüyordu veya sadece öyle görünüyordu. Hoşuna mı gidiyordu yoksa seviniyor muydu, yıllardır özlemini duyduğu hareketlere maruz kalırken. Abartılacak bir şey yok, sadece ince beyaz pamuksu ve frençli bir eldi saçlarının arasında gezinen. Yumuşatacağını zannediyordu, örümcek bağlamış, dört bir yanında duvarlar olan kalbine bu kadar kolay girebileceğini zannediyordu. O'nu da diğerleri gibi ağına düşürebileceğini düşünürken saçmaladığının farkına varmıyordu. Kolay mıydı yıkmak o duvarları, o kadar kişi çarpa çarpa nasır tutmuşken birkaç el hareketi ve gözyaşıyla yıkılabileceğini mi sanıyordu. 'Sanırım dayanamıyorum' dedi. 'Neye, neye dayanamıyorsun' demek isterken, o ruhsuzu silkelerken gelmeyen cevaba kızıyordu, yaptıklarını hiçe sayıp çok sevdiği canım kendisine bir türlü kızamıyordu. 
Konuşmasalar da düşünerek pekala kavga edebiliyorlardı. Yine aynısı olmuştu, her konuşma gibi bu da başlamadan bitenlerdi. Göz kapaklarının ağırlığına daha fazla direnmedi; kalkıp yerine yattı.