28 Aralık 2014 Pazar 0 fikri olan

Yaşanmış Başarısızlıklar Silsilesi

  1. Her zaman için yedekte tuttuğum fakat çalışmayı zerre kadar istemediğim bir iş alanı düşündüm. Ve hatta görüşmesine dahi gittim, ukalalıkla dönsem de. 
  2. Öte yandan garanti dediğim(iz) ve çalışmayı çok(?) arzuladığım işin de görüşmesine gittim, çok samimi konuşup istedikleri cevapları vermesem de. 
  3. Yapmayı hiç istemediğim hatta başvurduğumu dahi unuttuğum şirketin görüşmesine de gittim, mülakatta hangi pozisyon olduğunu bilmeyerek dalga konusu olsam da. 
  4. Tanıdığımın yönlendirmesiyle bir şirketin tanışma görüşmesine de gittim, burada ne iş yapabilirim acaba düşüncesinde olsam da. 
  5. Zehir gibi derler ya o kadar zeki çocukların girdiği sınavlarda da bulundum, aklımdan her zaman için şüphe etsem de. 
  6. Referansın etkisinin yadsınamaz olduğu bir sınavda daha bulundum hatta sekiz kişiyle yarıştım, öylesine başvuru yapmış olup referansım olmasa da. 
  7. Müthiş derecede para kazandırdığını bildiğim ve gelenlerin hiç de bana benzemediği firmanın yetenek testinde de bulundum, gitmeden önce ne işim var burada diyerek kaybetmeyi aklıma koymuş olsam da. 
  8. Benim ve insan kaynakları için gelen kız dışında tek amaç -satış danışmanı- için gelen insanların olduğu vaka mülakatına da katıldım, başvuru formlarını ve çalışanların giydiği kıyafetleri görünce burada çalışmam, ne işim var benim desem de. 
  9. Ülke çapında etkili bir şirketten iş teklifi de aldım, sırf yerleri Şekerpınar'da diye reddetsem de. Hala durup durup düşünürüm neden reddettiğimi.
  10. Yönetici adayı olarak ve binlerce kişinin başvurduğu firmanın da görüşmesinde bulundum, şartları okuduğumda beni tatmin edemediniz, burada çalışmam desem de. 
  11. Ve yine garanti diye bilinen bir yerin daha sınavına girdim, diğer otuz bin kişi içindeki şansımın yokluğuna inansam da. 
  12. Bu garanti? yerin diğer ilanına da başvurdum, içimde çağırmazlar ama hadi neyse duygusu olsa da. Çağırdılar çağırmasına da kabul ettiğim işin evraklarını teslim etmeye gittiğim gündü; olmadı. 
  13. Askerden hemen sonra dört kişi bir ilana başvurup görüşmeye gittim, her ne kadar adamın konuşmaları başka kapıya çıktığında şaşırsam da. 
  14. Bir bankanın ilanına da başvurdum, sabah erkenden sınava gitmeyi gözüme kestirmesem ve hatta gitmesem de.
  15. Gece işi olan ilana da kaydımı yaptım, orada çalışmayı gerçekten istediğimi ve o saatte eve nasıl döneceğimi düşünemesem de.
  16. Firmaların ik müdürlerine de mailler attım, geri dönmelerini beklemesem de. Dönenler de olmadı değil hani. 
  17. Fortune500'de yer alan firmaların hepsinin de başvuru formlarını doldurdum, yaptığım şeyin gereksiz ve geçersiz olduğunu bilsem de.
  18. Lojistik firmasından sınav daveti de aldım, tatilde olup şehir dışında olduğumu bildirerek gitmesem de.
  19. İş ayırt etmemeliyim deyip fakat yap(a)mayacağım yerle de görüşme gerçekleştirdim, işe alım uzmanının güzelliğinden etkilendiğim için dilim tutulup konuşamasam da.
  20. İlk söylediğim yedekte tuttuğum yerden de gelen maalesefli mesajı görene kadar bir yerlerde açık kapımın olduğuna inanıyordum, çoktan kapanmış kapılar öylesine takılıyormuşum.
  21. Bunların hepsini unutup kendi işimle (yapılmamış bir şeyi yapmakla) uğraşmayı da düşündüm, düşündüğüm sitenin aynısını yapanları görüp hayal kırıklığıyla karşılaşsam da.
  22. Dışarıdan güzel [aç gezmekten iyidir] gibi görünen bir teklifle karşılaştım. Şartları okuduğumda askerden 2-3 ay önce gelmiş olsam da tekrar o disipline dönmek istemedim.
  23. Kafenin birinde mülakata girdim, rahat rahat konuşup derdimi anlatabildiğimde kendime şaşmış olsam da.
  24. İkinci görüşmeye de çağrıldım, galiba benden başka kimse buraya başvurmamış veya benden başkası kabul etmemiş bu işi düşüncesi beni alsa da. İşin garip yani içimde şüphelerle birlikte kabul etmiş bulundum, geri de cayamadım. 
  25. Ertesi gün evrakları hazırlamaya gittiğimde telefon çaldı ve başka bir telefon, benimle çalışmak istediğini söyledi.
Sonuç: Siz iş bulamıyor değilsiniz, sadece kendinizden ödün vermek istemiyorsunuz. Dünya olmasa bile bir şeyleri değiştireceksiniz.
Ayrıca bazı şeylerin şuan olmaması gelecekte de olmayacağı anlamına gelmemeli.
0 fikri olan

Hayata Tutunmak


'Bugün Yokluğunun İlk Günü' diyerek gidişini yazmıştım ve onlarca acı anımı. Şimdiyse 'Hayata Tutunma'nın keyfini yaşıyorum. 

Ne güzel bir gün, aylardır kapalı olan perdeyi aralayınca farkettim. Yeni başlangıçları seviyorum artık, sil baştan başlamayı, bir de her ayın başını, hele yeni yılları. Merak etme sen olduğun için değil, yeniden başlamak olduğu için, içinde, yeni kelimesi geçtiği için. Mesela pazartesiyi sevmeye başladım, umarsız geçen hafta sonunu unutturmak uğruna garip bir ciddiyet yüklenmiş o güne, insanlara da büyük bir isteksizlik. Aldırmıyorum, her günüm bir öncekinden daha mutlu olsun istiyorum. Galiba başarıyorum. Her yeni güne uyanabilmek ne büyük bir hediye! Şebnem, 'Günaydın sevgilim, ne güzel bir gün değil mi?' diyor, sadece o sese uyanıyorum. Algıda seçiciyim, diğerlerine aldırış bile etmiyorum. Biliyor musun işyerinde yoğunluk olmuyor ay başlarında, kafam karışmıyor, ne yapacağımı şaşırmıyorum, çıkıp gidesim gelmiyor hiç, başım da ağrımıyor. İşe adapte olmak önemliymiş, unutmak için acıları, hatalarını azaltmak, bu yüzden erken yatmak, güzelce uyumak ve uyanmak, hepsini yeni farkettim. Akşamdan karar verilen kıyafetleri giyip güzel kokular sürünmek, mevsim kış hala, atkı-paltoya bürünmek. Boğmuyorum takımları, renk körü olsam da gördüğüm kadarıyla uyuma dikkat ediyorum, zorlandığımda stil dergilerini karıştırıyorum, bir de pinterest var tabi. Şu da var tekrar giymemek üzere kaldırdım, o pembe gömleği. Bazen diyorum ki bir sebebi olmalı insanın, kendini hayata bağlayan sebep ya da sebepleri, en güzeli de her fırsatta kendini sevebilmekmiş, yeni öğrendim, aşırıya kaçmadan kendine yetebilmek. Şu kahvaltıya da alışamadım bir türlü, meğer nedeni sen değilmişsin, ne yesem kabul etmiyor bünyem, her sabah bir bardak kahveye devam, vücuduma kafein enjekte ediyorum, sonrasında rahatlıyorum. Mısır gevreğini de değiştirdim, hazıra alışmıştın ya sen, her anında yanında hazır oluşuma, Special-K mıydı neydi, meyveli olanını seviyordun. Oysa şimdi muzu da çileği de kendim ekliyorum. Her gün bir avuç kuru üzüm, inanmayacaksın ama hiç aksatmıyorum. Yatmadan önce bir kaşık pekmez, nefesine ihtiyacım yok, şimdi ne de güzel ısınıyorum. Evden çıkmadan kesinlikle bir elma yiyorum. Baş ağrılarım azaldı, kesildi öksürmelerim, cildim eskisi gibi değil, güzel ve parlak. Burada olsan sebebi olurdun iyi halimin, bu yüzden elmaya bağlıyorum. Bakıyorum da 9:00'dan önce gider oldum işe, 18:00 oldu mu da kapatıyorum bilgisayarı, ceketimi alıp çıkıyorum, eskisi gibi çıkış kartını unutmuyorum masada, yarı yoldan dönüp neredeydi anahtar diye de sormuyorum. Mesaileri de kaldırdım kendime, yormuyorum bedenimi, önceden aklımı sana yorduğum gibi. Önemli bir şey yoksa eğlenmiyorum işyerinde. Asıl eğlencem evde. Kitaplarda buluyorum kaybettiğim kendimi, önceden sen vardın, yoktun ama yanımda oturur gibiydin. Çok okuyamazdım, şimdi güzel oluyor sensizlik eşliğinde, o güzelim sessizlikte. 'Erkekler Kadınlardan Neden Korkar' diye bir kitaba başlamıştım, 'Jean Cournut' yazmış, bir çırpıda bitince yeniden okudum, aklıma geldikçe de okurum. 'Aslında erkekler kadınlardan, neden korktuklarını bilmedikleri için korkarlar!..' diyordu son söz yerine. Ne kadar da benziyor demiştim, seni neden sevdiğimi bilmeden sevdiğime. Demek ki sevgi de saplantılı oluyormuş asıl sebebini bilmeyince diyorum, kendi kendime. Sonra gülüyorum, yine kendi kendime. Bu aralar hep böyleyim, konuşuyorum bir dinleyen var gibi, olmadı yazıyorum okuyan varmış gibi, sonra gülüyorum, yine, kendi kendime. 'Kardeşimin Hikayesi'ni tavsiye etmişti arkadaşım, oku bak bu adam sana çok benziyor diye. Ahmet Bey gibi mühendis değildim ama o da hastaydı benim gibi kitaplara, okuduklarını yaşıyordu adeta. Bu güzel kitap için de Twitter'dan teşekkür ettim Zülfü Livaneli'ye. Farklı kurguları seviyorum, öyle her yazılan okunmaz diyorum. Eminim. Bunları da okumayacağını biliyorum, olsun kafama takmıyorum. Hazır kitaptan açılmışken konu Ahmet Ümit'i gördüm geçenlerde, 2003 basımı ama 10 yıl sonra denk geldim 'Beyoğlu Rapsodisi'ne, okudukça kendimi Taksim'de hissettim, Kenan olmak istedim her sayfada, biraz Selimlik vardı kelimelerimde, Nihat gibiydim düşüncede. Katya'yı da çok sevemedim doğrusu, ortalık karışıyor işin içine kadın girince. Nasıl da karıştırmıştın beni hayatıma girince ve parçalayıp odalara dağıtmıştın gidince. Şimdi çok komik geliyor yaşadıklarım nedense. 'Kaiken' var, başucu kitabım 'Grange'dan, ilk sayfasında 'Haziran, tüm zamanların en boktan haziran ayı...' yazdığı gibi yağmurlu bir haziran ayında başlamıştım okumaya. Passan'ı görünce aynı ben dedim, o da tutkuluydu kimonoya, çekik gözlere. Naoko'nun sesi hala içimi soğutur, Japon değil de Güney Koreli olsa, biliyorum, kesinlikle olmazdı sonu böyle. Bir film gibiydi o kitap da, hatta dizi, nerede bırakırsam bırakayım, içimde hep merak kalıyordu. Beni düşünüp düşünmediğinin bir önemi yok, artık içindeki merakın sebebi miyim diye de sormuyorum, kendime söz verdim ufak tefek şeylere takılmıyorum. Neyse çok sıkmayayım seni, sayfalarca yazarım yoksa, konu kitaplardan açılınca. Faturaları biriktirmiyorum eskisi gibi, otomatik ödeme talimatı verdim, rahatım. Gelen bonuslarla eve üç beş yeni şey aldım. Buzdolabının kapısını da açık unutmuyorum, biliyor musun en çok da buna seviniyorum. Zili bozdum, aklıma eserse kapıları açıyorum. Gelen beklesin dursun bense kafamı dinliyorum. Tembellik etmiyorum hafta sonları, cumartesileri erkenden kalkıyorum, saat tam 9:10'da 'Radyo Sineması'nı dinliyorum. Dinlemek de denilmez, filmleri izler gibi oluyorum gözlerimi kapayınca, şaşırmıyorum gelmeyince yüzün aklıma. Yoksa seni mi düşüneceğim diyorum her fırsatta. Can Doğan'a da böylesine güzel program için teşekkür ediyorum. 'Mikrofonda Halit Kıvanç' başlıyor sonrasında, sıkılmadan onu da dinliyorum. Yanımdaymış gibi Halit ağabeyle muhabbet ediyorum. Bu kadar yeter deyip bir şeyler atıştırıyorum, ne de olsa kahvaltı saati geçti, artık yemek vakti diyorum. Geceler hüzünlerin olsun, akşama doğru iniyorum sahile, gün batımlarını seviyor insanlar, el ele oturup izliyor aşıklar. Ne kadar yanlış diyorum, aşıklara sözüm yok, sadece batıp kaybolana hayran olanlara kızıyorum. Korkma sana da yok sözüm hem batıp kaybolmadım ki sensiz, sadece alaboraydı, bunu da atlattım. Her yeni doğan güneşle hayata bağlanıyorum, her sabah farklı biriymiş gibi uyanıyorum. Sanki her gün bir kere daha doğuyorum, bu aralar biraz güneşi örnek alıyorum. Dolunayı, hilali seyrederek heder olan günlerime gülüp geçiyorum. Evde daha fazla vakit geçirir oldum, kendime yaptığım gibi eve de çeki düzen vermeye başladım, camları açıp havalandırıyorum, izleyeceğimden değil inan uyduyu bile güncelledim. Mesela geçen gün yatak odamı temizledim, ne büyük başarı! diyorum hem de tek başıma. Koltukların arkasını sildim, halıları balkona serdim, elektrikli süpürge sağ olsun; ne kolye ne de küpe vallahi hiçbirini görmedim. Ne güzel lan! anısız bir evde yaşıyorum, neden daha önce akıl edemedim diye arada söyleniyorum. Neyse ki sonra duruluyorum. Gerçekten de sıkılıyormuş insan, evde oturup üzülmeyeceğim diyerek kahrolmaktan. Boş ver diyorum, konu sana gelince sayfayı çeviriyorum. Geçen gün gitarın tozunu aldım, oturup akordunu yaptım, başlarda acıyordu parmaklarım da zamanla alıştım. Başlarda kalbim de acıyordu, ona alıştığım gibi, kalbim gibi parmak uçlarım da nasır tutunca acısını hissetmez oldum. Sana yazdığım şarkıların akorunuysa şu sıralar çalamıyorum, zaten de hatırlamıyorum. Tab okumayı ilerlettim, Carlos Santana kadar olamasa da Europa'yı çalabiliyorum. Bazen sevgiden bahsetmek istiyorum, birkaç kelimeyi bir araya getirmeye çalışıyorum, olmuyor, hem sevgi de neydi. Sahi neydi sevgi? Emekti değil mi, ne kadar yabancı diyorum. Leyla ile Mecnun'daki gibi 'Artık hiçbir şey hissetmiyorum, kimseye hiçbir şey hissedemiyorum' galiba, olsun diyorum, bunu da kafama takmayıp yalnız geldim dünyaya elbette yalnız gideceğim diyorum. İçerlemiyorum bu halimi, dedim ya yalnızlıktan hoşlanıyorum, tek başına evde kalabalık yapmayı seviyorum. Teoman diyor ya 'Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların ölümünü gördüm.' Ben de vakitsiz gelen senin vakitlice gidişini gördüm, hem ne farkeder ölmesen de yok oldun gözümde, ha ölmek ha yok olmak zaten aynı şey diyorum gafil gözünde, vaktin önemini açıkçası senden sonra çok da umursamıyorum. Zaman ne güzel merhemmiş, eczacı kız söyledi de inanmamıştım, şuramdaki acıya ilaç var mı dediğimde. Duraktakiler gülüşüyor yanlarından geçerken, yine fermuarım açık kalmış sanıp utanıyorum, neyse ki o değil sebepleri, seslerini duyurmaya çalışıyorlar, çok da belli. Kebapçının oradaki kız artık gülüyor görünce beni, günaydın diyorum, demiyorum da gözümü kısıp başımı eğiyorum, bi'bakıma konuşmuş oluyorum. Onu hiç sorma, daha utangaç, benden önce kaçırıyor gözlerini. Geldiğimi görünce, şükür, bugün de geçti diyor, mahcup olup boynunu büküyor, yazık, konuşamıyor. İyi çalışmalar diyor, söylemese bile duyar gibi oluyorum. Dudaklarına konuşmalar yazıyorum. Hava güzeldi, kışın güneşine aldanıp sahaflara uğradım hafta sonu, biraz insan içine karıştım. Gerçi evet, kolay olmadı yığınların arasında yalnız dolaşmak, ama ne kadar da güzelmiş dedim, Libadiye'de tur atmak. Temkinliyim, tecrübe var önceden, aldanmadım hiçbir kızın gülüşüne. Sonra Moda'da oturdum biraz, kuş seslerini, mutlu cıvıltıları, güneşin denizde yansımasını... hava biraz sisli olsa da gözümün gördüğü kulağımın duyduğu kadarıyla eğlendim. Ne de çok seviyormuşum bu şehri, daha yeni keşfettim, belki de bırakıp gitmeyeceğinden emin olduğum için böyle diyebiliyorum. Bu kadar emin oluşum belki de senin tekrar gelmeyeceğini bildiğim için, olsun diyorum, konu sana gelirse kestirip atıyorum. Mağazaların bildirimlerine üye oldum, sanki beni izliyorlar, mesaj geldikçe alışveriş yapıyorum. Öyle seçmek için de uğraşmıyorum, mankenin üzerindekini beğenirsem düşünmeden alıyorum. Tabi durmuyor onlardaki gibi, gerçi ne yerli yerinde duruyor ki, her şey değişiyor, sen de yanımda durduğun gibi durmadın, hep bir beden büyük geliyordun, bak şimdi yoksun, o yüzden takılmıyorum. Mahalledeki terziye daraltıyorum slim fit gömlekleri. Son fişe göre yapıyorum mutfak alışverişini, aktifler, pasifler ona göre düzenliyorum listeyi, kasayı alacaklandırıyorum her seferinde. Senden de alacağı vardı kalbimin, neyse ki ters tahsilat yapıp defterini kapattım. Funda Arar gibi aşkı sandıklara kaldırdım, şimdi biraz daha rahatım. O kadar çeşit arasında boğulmuyorum artık, ne rahatmış lan diyorum, alışverişten daralmıyorum. Ne kadar da kısa sürüyor sadece ihtiyacın olanı almak, sırf sen seviyorsun diye sevmediğim şeyleri de almaz oldum. Üçün beşin lafını yapmıyorum, maliyetin önemi yok, marjinal faydamı artırıyorum. Hatırlarsan bir ara sana muhtaçtım, gitmesen, keşke burda olsan deyip diyordum. Nedense çok uzun sürmüştü ayrılışın, giderken yemeğin tuzu, çayın şekeri gibi eksik bırakmıştın. Hep damağımda garip bir tattın, belki de bu yüzden tuzu, şekeri bıraktım. Şimdi sensiz daha doğal ve sağlıklıyım. Artık köy ekmeği alıyorum, bazen çavdar, en çok da tam buğday. Beyaz olan seni hatırlatır diye uzak duruyorum, hatırlayacağımdan değil de, hafiften bir korku işte, yaşamak için bu kadarı kafi. Abur cuburları şimdilerde daha çok seviyorum, bir taraftan da erkek adam yemek yapar mıymış diyorum. Diyorum demesine de laf aramızda hala kadın gibi yemek yapıyorum, tıpkı senin gibi, senin yapamadığın gibi. Canım farklı bir şey isterse yemeksepeti'nden söylüyorum. Yemekten iki saat sonra barfiks, mekik, biraz da şınav, sporu artırdım şu sıralar. Yetiyor bu kadarı, dizim ağrımasa koşmak istiyorum, nefesim kesilene kadar. Koşabilsem, ardından çimlere uzanmak, göğüs kafesim hızlıca insin kalksın istiyorum. Korkmuyorum şimdilerde aklıma gelmenden, Sherlock Holmes doğru söylemiş, 'Korku en bulaşıcı hastalıktır' diye, onu dinliyorum. Önce kalbim korkuyordu senden, sonra gözlerime bulaştın yanımda göremeyince, ardından kulaklarım sesini duyamayınca, ellerim dokunamayınca ve dudaklarım ismini söyleyemeyince. Anlayacağın tüm vücuduma bulaşmıştın. Eskisi gibi kur yapmıyordun ama bir ur gibi dolanıyordun, özgür kızdın ya istediğin zaman gelip gidiyordun. Korkma adına hiç laf kondurmuyorum. Zaten kimseye senden söz etmiyorum, verdiğin sözleriyse unutuyorum, şu sıralar yaptığım en güzel şeyi yapıyorum. İsmin aklıma geldikçe unutuyorum. Bilinçaltım çok zorlasa da artık kendime söz geçirebiliyorum. Bu arada ne zaman unuttum biliyor musun seni, ileri gitmek istediğim zaman, Adam Fawer'ın 'Unutma, ileri gidebilmen için arkadakileri unutman gerek' dediğini hatırladığım an. İşte hiçbir şeyin olasılıksız olmayacağını da o zaman anladım, 'Impossible is nothing' sloganını da. Sanki bir anda geldi aklıma her şey, bir anda aydınlandım, gittiğinde başladığı gibi kederlerim, saman alevi gibi parlayıp söndüğünde kendime geldim. Artık terli de değil ellerim, gizlemiyorum kendimi kimseden, sırt korsesi kullanıyorum, eskisi gibi eğilip bükülmüyorum insanların yanından geçerken. Duymuş muydun 'Evrenin en güçlü savaşçıları' diyor Tolstoy, sabır ve zaman için. Bu ikisi benim de en güzel askerlerim, ve o uzun gecelerde, gecelerce, gecelerle savaştım, bitap düşsem de sonundaki mağrur galibiyetime kadeh kaldırdım. Hani Cemal Safi diyor ya 'Hercai arılara meyhanedir çiçekler, kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler' arılar içsin, onlar hercailer. Kadehimi şerefine kaldırmıyorum, en azından artık bunu biliyorum. Şimdilerde yokluğunun hiçbir önemi yok, eskisi gibi önemsemiyorum seni. Yalnızlığı da garipsemiyorum, hem olması gereken değil midir yalnız olsan da kimseye çaktırmamak, diyorum. Bakma bana, hayata tutunmaya çalışıyorum. Cemal Safi'yi son satırlarında daha iyi anlıyorum, hani 'Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne, Şirin ol, katlanayım dağ gibi külfetine' demişti ya, katlandığım onca zorluk geliyor aklıma, Şirin olamayınca sen, gerek kalmıyor benim sevgime de ülfetime de. Joe Cocker'ı dinlemiş miydin, büyülü, puslu sesiyle söylüyordu, Bobby Sharp yazmıştı hani 'Unchain my heart, baby let me be, Unchain my heart cause you don't care about me' Sana kalbimi serbest bıraktığın için, aklımda kalmadığın için son kez teşekkür ediyorum, halimi umursamamanı hiç de umursamadığımı görmeni istiyorum. Durmuyor, mücadeleye devam ediyorum, nefes almak yetiyorsa, evet, hala yaşıyorum..
21 Aralık 2014 Pazar 0 fikri olan

Bugün Yokluğunun İlk Günü


Bugün yokluğunun ilk günü, tıpkı dün gibi, yarın gibi. Bazen yüzünü hatırlamak için fotoğraflara bakıyorum, ses kayıtların yanımdaymışsın gibi hissettiriyor, sesini açtıkça açıyor sonra yeter bağırma deyip kızıyorum ve sesi kısıyorum. Elim silmeye gitse de kalbim el vermiyor, yapamıyorum. Unutmaya çalıştığım her anı akşamları rüyalarıma giriyor, hep aynı ismi sayıklayarak uyanıyorum. Terli tenim sensiz zor kuruyor, sonrasında zaten uykum da kalmıyor. Bu aralar işe geç kalmaya başladım, tatlı bir ses uyandıracak umuduyla alarmı erteliyorum, ama nafile, yine aynı şarkıda 'Ancora Qui Ancora Tu' çaldığında yokluğunu anlıyorum, dedim ya zaten uyuyamıyorum, sadece sızıp kalıyorum. Kahvaltı yapamıyorum şu sıralar, çikolatalı kruvasan da tat vermiyor, kaybettiğim benliğimi kafeinde arıyorum, kafam bi'dünya ve sen yoksun diye ayılamıyorum. Güç bela doğrulduğum yataktan gardırobu seyrediyorum ve başlıyor sorular, bugün ne giysem, neredesin sen, şimdi burada olsan da bir akıl versen. Pembe gömleğe hangi kravatı takacağımı bir türlü bulamıyorum, renk körüyüm zaten seçtiğim kravat da gömlekle aynı çıkıyor, bu sefer de takımı boğuyor yani bilmiyorum, görenler öyle diyor. Boğulur gibi oluyorum aklıma sen gelince, aynı tutarsızlığa düşüyorum, lacivert takımı giyince. Gittiğin günü matem belledim, siyah takımla gidiyorum genelde iş yerine. Kimse de neden diye sormuyor, sadece siyah kravat yakışmış diyor. Oysa içimdeki zifirilik, bilmiyorum belki de daha çok yakışıyor bedenime. Ya sensiz karanlık odalar, en güzeli onlar, gelip görsen bir de. Akşamları mesaiye kalmaya başladım, eve ne kadar geç gitsem o kadar iyi diyorum, anlayacağın sensiz evi otel gibi kullanıyorum. Gider gitmez de yatağa giriyorum, koca yatakta dönüp duruyorum, uyuyabilene aşk olsun, bozulan çarşafa çok kızıyorum, düzeltirken aklıma gelmene sinir oluyorum ama sana hiç kızmıyorum. Sahi aşk olur mu ki bir daha derken yeniden başlamaktan korkuyorum. Hem sen yıllar önce, daha yeni gitmişken sil baştan başlamaya utanıyorum. Artık ütü yapmak uzun sürüyor, çıkan buharda yüzünü görür gibi oluyorum, düğmeye bastıkça basıyor tüm suyu bitiriyorum. Bu yüzden ne var ne yok her şeyi kuru temizlemeye veriyorum. Çıkmıyor kirler, geçmiyor hiçbir lekem, nasıl bulaşmışsan bir türlü akıp gitmiyorsun bedenimden. Evde bekleyeni olan insanlar, işyerinde daha verimli oluyorlarmış, öyle diyordu, bugünkü filmde. Galiba kovulmam an meselesi desene. Kombiyi de açmıyorum eve geldiğimde, radyatör buz gibi, yatak soğuk, ellerim üşüyor, içimse tir tir titriyor. Nazife teyze çok ses geliyor evinden diyor. O kadar sesli ağlamıyorum ki diyecek oluyorum Nilüfer 'Erkekler ağlamaz' diyor, çaresiz özür dileyip müziğin sesini kısıyorum. İçime haykırmaktan kısılan sesimi bir türlü açamıyorum. Hep evden çıkarken görüyorum kapıya iliştirilen faturaları, neyse akşam bakarım diyerek uzaklaşıyorum. İşe yetişmek için koşar adımlar atıyorum, hatta yürüsem mi koşsam mı bir türlü karar veremiyorum, yine de geç kalıyorum. Eczacı kız işten ayrılmış herhâlde, sabahları göremiyorum. Kebapçının orada karşılaştığımsa yolu değiştirmiş olmalı, yavaşlayıp etrafa bakınıyorum, ne fayda, artık onunla da karşılaşamıyorum. Durakta bekleyen vardı her sabah, ona ne oldu ki diye soruyorum. Oysa hayat devam ediyor, herkes aynı yerinde duruyor, sadece ben geç kalıyorum. Bu geç kalınmışlığı sana bağlıyorum, tıpkı gel demek için çok geç olduğu gibi, biliyorum geç demek için bile artık çok geç, Kıraç'ın dediği gibi. Faturalar birikti hep, sensiz ne kullandığım suyu ne de elektriği ödüyorum. Dedim ya zaten doğal gazı kullanmıyorum, hayatımdaki tek doğallık  sendin, şimdi yapay ne varsa mutluluğu onda arıyorum. Mobil bankacılığa da giremiyorum, üç kere denedim olmadı, meğer şifre yerine ismini yazıyormuşum, oysa tek parolam değil miydin sen, bak şimdi bloke oldum sensizken. Alışverişler çok uzun sürüyor artık, kararsızlıktan hiçbir şey alamaz oldum, hiçbir renk senin kadar tatlı gelmiyor, beğendiğim her şey defolu çıkıyor. Gerçi bir zamanlar seni de beğeniyordum ya neyse artık kimse bilmiyor. Buzdolabının kapısını açık bırakır oldum, zil çalınca sen geldin sanıp koşuyorum, hevesim kursağımda kalıyor kapağı çarpıyorum. Petekli bal vardı dışarda, hatırlarsan en sevdiğin, şimdi karıncalar ortak ona. Hala bir şeyleri paylaşabildiğime seviniyorum, küçük tatlı şeyler, ses çıkarmıyorum. Sadece halime üzüldüklerine şahit oluyorum. Tepsiyi fırına koyarken elim acıyor, yandı her yeri, gidişin aklıma geldikçe acım daha da artıyor. Sevdiğin yemekleri tek başıma yapamaz oldum, her seferinde ölçüyü kaçırıyorum. Kaç tutam sevgi, kaç gram tebessüm, ne kadar mutluluktu bilemiyorum, ben de alabildiğince nefret ekliyorum. Aldığım lezzetiyse tarif bile edemiyorum, tokat atmıştın ya bir kere, gerçi hiçbir yemek ondan daha leziz gelmiyor, yanağımın kızarıklığıysa geçmiyor, erkek adama elma yanak hiç yakışmıyor. Aklıma geldi şimdi, bir de çimdiklerdin kolumu, şimdi her tarafı mosmor, gören dövme yaptırdım sanıyor, geçici mi diye soruyor, senin gibi gidici değil, kalıcı diyorum, herkes ne diyorsun sen diyor. Ne mi diyorum, ne değil, neyin ne olduğu belli, hep neden diye soruyorum, mesela neden yoksun ki. Anlayacağın muhabbetim de çekilmiyor, bu yüzden konuşmaz oldum kimseyle, sadece birkaç soru soruyorum kendime. Cevap gelecek diye beklerken bu sefer de soruları unutuyorum, özgür kızı hatırlıyorum. Nedense otobüste kimse oturmuyor yanıma, yalnızlığı seviyorum ya herhâlde yüzümden de anlaşılıyor, bedenim yalnızlığa alışıyor, ama Selami Şahin doğru söylemiş: alışmak sevmekten cidden daha zor geliyor. Yanılıyor muyum sence, hangi sevgili gidince alışıyor ki insan, yalnız geçen gecelere. Hem sen de çok hevesli değilsin ya burada olmaya, sahi içinde merak var mı hiç, azıcık da olsa. Endişelenme sen. İyiyim, azıcık da olsa. Her yemekten sonra  iki çay söylüyorum ince belli bardakta, biri sana, diğeriyse ötekileşen bana. Bir yudum dahi almıyorsun, anlıyorum ki çayı hala sevmiyorsun, hesabı da hep bana kilitliyorsun. Ah sen, şu kapıyı bir türlü çalmıyorsun. Hesap verecek kimse kalmadı senden sonra, garsona bile seslenemiyorum, biri askıda üç çay parasını masaya koyup sessizce uzaklaşıyorum. Sahile iniyorum her gece, 12:00'de, kayalıklarda geziyorum belki ayağım kayar umuduyla, ama ne mümkün bir türlü düşemiyorum, senin seçtiğin ayakkabıyla, yoksa dualar mı ediyorsun bana hala. Son zamanlarda kötü alıştım başına buyrukluğa, Cemal Süreya sanki bana demiş: köpek gibi dolanıyorum oradan oraya, sevme de yanında yat sen, benim yalnızlığım hep yanımda. Mevsim kış ya ıhlamur içiyorum arada, yeşil çayı da senin için almıştım, müdahil olduğum hiçbir şeyi sevmiyorsun, dokunmamışsın ona da. Yumuşatıcıyı değiştirdim bu hafta, sen kokan tişörtleri kimsesiz çocuklara verdim, ıslaklığa takılmayın göz yaşı, hem de hava yağmurlu aldırmayın dedim, Edip Akbayram gibi kendi kendime aldırma gönül aldırma diye söylendim. Sağ ol abi dedi çocuklar, önemli değil canım derken aklıma geldin, gerçekten hiç önemli değildin, ama, canım. Çocukların yüzündeki neşeyle mutlu olmaya çalıştım, tabi ki olmadı, onu da başaramadım, her gülüşün seni hatırlattığını o zaman bir kere daha anladım. Sen nasılsın bu arada. Mutlusun, onu biliyorum, daha başka. İyilik-sağlık, onu da biliyorum, hava ve suyu bu yüzden hiç sormuyorum. Buralar parçalı sensiz, sağanak gözyaşlı, barajlar bile doldu taştı, daha ne kadar kötü olabilir hava, hayal bile edemiyorum. Hafta sonları umumi temizlik yapıyorum, mıntıka usulü, içtimadan sonra kendi kendime paylaştırıyorum. Mustafa salonda, Necati oturma odasında, Eren mutfakta, Şenel ise hep kaçışlarda, yatak odam da kirin tozun kucağında, zaten orayı da kullanamıyorum ya. Her temizlikte de aynısı oluyor; uzun, düz, güzelim saçların viledaya yapışıyor, tutup getiriyor Mustafa, görmezden gelmeye çalışsam da aklıma takılıyor. Senden bir parçanın yerde durmasına gönlüm razı olmuyor hem de seni öylece bırakmak bana hiç yakışmıyor. Zaten temizliği de yasakladım, Necati koltuğun altında toka bulduktan sonra. Şimdi böyle biraz daha iyiyim, en azından heyecan yapmıyorum, daha sakinim. Neyse bakma sen bana, özlediğimden yazmıyorum bunları, takılıyorum, gerçi bak bi desem de bakar mısın hiç bilmiyorum. Eski defterleri açıp açıp bir şeyler karalıyorum, elim her kaleme gidişinde isminin baş harfini yazıyor sonrasında sayfayı yırtıp atıyorum. Sonra, düşünmemeye çalışıyorum seni. Olmuyor, Cemal Safi gibi de git diyemiyorum, iş işten geçmiş, çok geç olmuş vakit, bir türlü anlayamıyorum. Keşke gidişinin olay olduğu gibi kolay olsaydı unutmak, yırtılan sayfalar gibi seni aklımdan çıkarıp atmak. Yufka yürekliyim yapamıyorum işte, atamıyorum seni, bir yerin incinir diye...
18 Aralık 2014 Perşembe 0 fikri olan

Elimden Gelen

Elimden gelen her konuda sana hak vermek, ne söylersen söyle dinlemeden haklısın demek. Ne anlattığının lüzumu yok, sırf konuşan sensin diye aşkla dinlemek. Ve sana bakmak, baktıkça da yüzünde, gözlerinde kaybolmak. Seninle mutlu olup huzuru bir tek sende bulmak. Tek ihtiyacım olan aslında sesini duymak, o kadar gürültü arasında seni tanımak ve sana odaklanmak. En güzeli de senden hiç bıkmamak, ilgimi alakamı bir tek sende toplamak.
Bir de içimden geçenler var benim, aklımdan çıkmayan. Canım, hayatım belki de aşkım diye haykırmak sonrasında sımsıkı sarılmak. Oysa elimden tek gelen yüzüne söyleyemediklerimi kağıtlara yazmak.
15 Aralık 2014 Pazartesi 0 fikri olan

Uzaktan Seviyordum


Seviyordum seni, uzaktan, bir an olsun çıkmıyordu gözlerin aklımdan. En masum anını kolluyordum bakmak için, her anında seninle olmayı umuyordum. Her bakışında kaçırıyordum gözlerimi, o güzelim masumluğundan utanıyordum. Çekiniyordum sana dokunmaya, kalp atışlarımı duyarsın diye hep uzaktan bakıyordum. Hep kaçıyordum senden, olmaz da hani olur ya 'günaydın' dersen heyecanlanıp konuşamamaktan korkuyordum. Terli ellerim hep cebimde saklıydı, oysa sabırsızlanırlardı okşamak için saçını. Hele bir de 'merhaba' diyerek uzatsan elini, buz mu keserdim hissedince sıcak tenini.
Bilmiyorum gelir mi o gün, bilmiyorum konuşur muyuz bir gün, bilmiyorum dokunabilir miyim. Sadece korkuyorum o günün gelmesinden, bir kelime olsun konuşmamızdan, sıcaklığına mağlup olmaktan.
Sahi ne yaparım bilmiyorum sevdiğini duyarsam. 
Halim nice olur eğer ki sana bağlanırsam.