25 Temmuz 2013 Perşembe 0 fikri olan

O Şimdi Asker


   Çok kolay olmuyor kimi bilgileri elde edebilmek, hele belgelerleyse işin hepten yandın, hatta her şey için geçerlidir sıkıntının çekileceği, sonuçta nimetler külfete göredir. Devlet mesela, devlet baba, önceden her işin aksardı, işlemler yavaş giderdi, imzası ayrı kaşesi ayrı kontrolü, mührü, sırası, memurun küçük dağları oraya yerleştirmiş tavrı, tipi, tribi, ahvali... hepsi bir dertti işte...

   Dediler ki e-devlet olsun çevrimiçi insanlar işlerini halletsin, görevlerini öğrensin, görev dedik mesela askerlik hizmet yerini öğrensin, öğrensin tabi, ne de olsa bilgiye aç ve açık bir toplumuz. İyi tamam öğrensin öğrenmesine de öğrenebilsin ama... daha hızlı işlem için çevrimiçi oturum açarsın çok güzel, sonrasında tek tıkla ulaşırsın istediğin, aradığın bilgiye. Ne kolay iş! Deme keyfine halledebiliyorsan eğer...

   Öyle olmaz işte, senin bulunduğun yerde, sisteme giriş ayrı bir derttir senin için, ne kadar hızlı olsa da bağlantın istersen ‘Harran’lı Emine’ kadar özgürce bağlan nete oturmamışsa gereken taşlar bekler durursun ‘Harvard’lı Emily’ gibi... tabi şu da var sisteme giriş için şifre gerekir, gerçi hiçbir şifreleme sistemi ‘Kocaeli Üniversitesi’ninki kadar karmaşık, akılda kalması imkansız değildir, orası ayrı konu, değinmiyoruz hiç.

   Eğer sen altyapını hazırlamadan insanları geçirirsen çevrimiçi vatandaşlığa onlar bir merak girerler, sonuçta meraklı bir toplumuz, şifre edinirler ilk seferde ve ardından aktif olarak kullanacakları bir şey ile karşılaşmadıkları için insanlık halidir unutulur gider. Belki de o zamanlar için işimize yaramıyordu, aslında çok kullanışlıdır orası bilinmez, sonuçta bilmediğini söyleyebilen bir toplumuz. Kullanmadıktan sonra bilgi-şifre herhangi bir şey elbet unutuluyor. Tabi önlemini alsaydın, yazsaydın bir yere sen de unutmamak için, gibi sözler edip iştahını kapama, şevkini kapama insanın, orası ayrı konu. Asıl üzerinde durulması gereken günlük yaşamda kullanılamayan bir sisteme geçmek, her neyse ileri doğru elbet değişir, gelişir işler, daha da düzenli işler bunu isteriz.

   Bir de şu var unutmadan, unuttum ‘e-devlet kapısı’nın şifresini de kapıda kaldık ya la! Almadılar ne dediysem ne yaptıysam, adam da bulamadık bizi içeri sokacak, anahtarı da yok ki girelim. O zaman ikinci seçenek yani tek seçenek aslında en yakın Ptt’ye gidersin alırsın cezalı bir şekilde yani iki katı bedel ile yani 4,00TL gibi bir ücret ile yani sudan ucuz... bir an vay geri zekalı, şifresini unutmuş tribi yapar mı dedim memure hanım da öyle bir durum olmadı, nasıldı peki? 

   Yıllardır oturmanın vermiş olduğu, yer yer vücutta kullanılmayan yerlerde kaybolmanın, çok kullanılan bölgelerde nasırlaşmayla beraber çürümelerin oluştuğu ve bundan duyduğu acıyı gizleyip kendisini solitaire’in o güzelim akıcılığına kaptırmış bir hanımefendiydi, belki fayans diziyordur, bilemem günahını almayım. Hakkını da yememek lazım; demedi bir şey, al dedi, ver dedi 4,00 TL dedi, isim dedi, soy isim dedi, imza dedi ve bitti-gitti. Yine iyi bu ücret, ilk çıktığı zamanlar cezalı ücreti 10,00TL idi, o zaman unutmadık Allah’tan da sıkıntı olmadı, hem unutsan damga yiyorsun üstüne de yüksek ceza... Gerçi bir de şu vardı o zaman 1,00TL vermiştik, öyle hatırlıyorum. Anlaşılan o ki unutan pek fazla kişi olmadığı için şifrenin fiyatını artırmış, çok fazla dikkat çekmemek için de cezanın fiyatını 2 katına çıkarmışlar, ne de olsa herkes bir defaya mahsus olsa da alacak o şifreyi, o şifre alınacak, o kadar.

   Unutmayacaksın abi, neyi, ne neyi, işte unutma, doğum günü, evlilik, nişan, düğün, sünnet, unuttuğunda sana zarar verebilecek hiçbir şeyi unutma...

   Tabi bir heyecan olur insanın içinde önceden, daha ne zaman açıklanacağının duyurusunun yapıldığı zamanda bile hareketlenmeler, kalp atışlarında farklılaşma olabilir; doğaldır. Her insan gibi acaba neresi, acaba Doğu mu yoksa Batı mı olmadı Karadeniz, haydi Ege... mi derken sabah olmuş gün doğmuş, gözlerimde yaşlar... doymadım.

   Haydi, başlıyoruz içerde heyecan, az korku, hafif umut ve biraz iyi bir yer olduğuna dair ümit yer alarak girip şifreyi hallettik, zor kısım bitti, sağ olsunlar hızlılar bu konuda, çalışınca oluyor abim. Tabi hayatta ve Türkiye’mde şu ana kadar her şeyin bu kadar kolay olması şaşırtırken beni sorgulama sayfasını açmakla cebelleştiğimde teknik arıza sebebiyle cevap veremiyoruz yazısını görünce tamamdır, doğru yerdeyiz dedim. Bir şeylerin ters gitmesi gerekiyordu...

   Yenileme çalışmaları hız kesmeden, ardı arkası kesilmeyen dokunuşlarıyla tuşu parçalarcasına, ardı ardına gelirken aynı sonuçla karşılaşmak insanı ister istemez sinir etmekte, etmiştir illaki, dayanamıyoruz en ufak durumda dahi ver elini isyan, fakat öfkemi kontrol edebilmeyi öğrendim, kendime hâkim olabiliyorum...

   Neyse deyip bir kenara çekilerek ekranla bakışmalar devam ederken bir açığı yakalama umudu içte her zaman var olarak bir hamle daha yapıldığında bum! Devlet kapısı kapanmış, kapılar kapandı bak işte, yüreğim sıkıştı hüzünle, sevincim içimde buz oldu, kalakaldım öyle sessizce, her ne ise ne...

   Neyse ki öğrendik zor oldu, epey uğraştık fakat zafer bizimdir artık, Ege’den başlıyoruz ve ardından ver elini Trakya.

   Acemi birlik diyorlar, işte orası oluyor Manisa, 1 ay sonrasında ise Lüleburgaz. Oradan devam kaldığı yerden... Adres istersen az beklersin, göndereceğim ayrı olarak, bakarsın...

   Hemen şimdi havalara da girmek lazım şimdi, oraya buraya her yere görev yerini yazmak, askerlikle ilgili yazılar okumak, fotoğraflar bulmak... bir sürü iş var eylemeyin beni buralarda

   Konuştukça uzar gider, kestik... gelir belki devamı...
18 Temmuz 2013 Perşembe 0 fikri olan

Arkadaşları Vardır İnsanın


   Bir arkadaşı olmalı insanın içini açabileceği, derdini paylaşabileceği, yokluğunu hissettireceği, yok olmaması tercih sebebidir, varlığıyla mutlu edebileceği, sözleriyle umut vereceği ve daha onlarca işlevi olan İsviçre çakısı gibi hem kaşık hem tornavida aynı zamanda da testere olabilmeli. Şimdi ne bu, bu kadar konuşmanın mantığı ne diye bir soru gelmesin, yazıyoruz işte, az bekle, ya oku ya terk et, sen yine de gitme, dur da kafan dağılsın az. Arkadaşlık böyle oluyor genelde, insanın eksiğini gideren bir araç gibi görülüyor, başı sıkışıyor ona gidiyor, kederleniyor onu çağırıyor, dersten kalıyor ders alıyor, anlattırıyor.

   Daha akla gelmeyen bir sürü işte bir yardımcıdır arkadaş. Zaten adı üstünde arka-daş. Ne anladın hiç, arkanı kollayan demek yoksa arkana talip değil, hoş gerçi şu zamanda kanka ayağı es ayağı orası ayrı. Tabi hepsi de her işe yarayacak diye bir şey yok, her işe yarayanın da arkadaş olabilme ihtimali yok. Herhangi bir işe yaramadığı halde yanımızda olanlar da var; kim la onlar? Onlar ne arar la yanımızda, biz araba satıyoruz burada..

   Arkadaşlık temelde basit denklemde ele alınır, insanın başı sıkışır ona koşar gevşetir başını ve gider evine. İhtiyaç giderme noktası, pit-stop yeridir yani. Pek hoş karşılamıyorum bu amaçla kullananları aslına bakarsak, yani şimdi teşbih yapacağım çok fena terbiye de kalmayacak, neyse tutuyorum kendimi, haydi geçtik.

   Elbet herkesin samimi olduğu, kendini yakın hissettiği arkadaşları vardır; onlar ayrıdır, ne olursa olsun ceptedir onlar, varlıklarını, değerlerini, kıymetlerini bilirler ona göre yaşarlar. Satın alınmış değil değer deyince akla geliyor böyle şeyler, yoksa durum belli 3 liralık adam 5 liralık değer kalan 2 lirayla satış, bunu biliyorsun, geçtik. Belki günlerce görüşmezler ayları hatta 9 ayı bulduğu da olur, bazen yıl olur, sonra bir merhabada içinden gelerek ‘lan geri zekâlı! Nerdesin sen?’ sesiyle de karşılaşabilirler, bunlar normaldir, neresiyse artık makul olan. Aslında bu hakarettir insanlar indinde fakat burada akla aykırı olan durum var; arkadaşlık, sormazlar, sorsalar da pek fazla merak etmezler görüşülmeyen süre zarfında neler yaptıklarını, aslında var da endişe yok, yani o da yok aslında her neyse kaçtı ipin ucu.. Ne de olsa duygusal olarak birbirleriyle görüşmüşlerdir, la çok uçuk oldu bu da, öyle şey mi olur, Güney Kore filmleri izleye izleye onlar gibi oldun hepten, ilerde reenkarnasyona da inanırsın sen, yok reenkarnasyon...

   Her neyse karşılaşma-görüşme olur özlem giderilir bir şekilde sorun o değildir işin aslına baktığımızda, sorun da yoktur o yüzden bakacak yer de yok; geçtik. İşte akıllardadır kimileri, arada haber istenir; ne yapıyor nasıl diye, bir şekilde devam ediyor hayat, ayak uydur sen, tutunmaya bak, uzattık burayı...

   Öteki boyutuna geçecek olursak eğer insanın, cinsiyetler farklı dahi olsa kendisini onun yanında rahat hissedebildiği konuşmalarda yine hem cinsiymiş gibi hitap olmasa da bazen öküzlüğe kaçabilir, söylemek istediğim fakat bir türlü beceremediğim şey samimiyetin varlığıdır. Çokça zamanlardan sonra, geri dönüp baktığında bilmem anlar mısın? O senin bir anının benim ömrüm olduğunu... kaydı gitti konu bu değildi söylemek istediğim; bunu zaten söylüyor Nev.

   Mesela rahat konuşmalar olur aranızda, art niyetliymiş gibi kurulduğu zannedilen cümleler sarf edildiğinde, maksadı aşan kelimeler sanki ağızdan çıkıyormuş diye düşünüldüğünde dahi içte gaye birdir; konuşmak-mutlu olmak. Çok masum oldu de mi, aslında her şakanın altında biraz da ciddiyet vardır. Bu da bir şakaysa eğer ciddiyeti nerede?

   Toparlayacak olursak, insanın, erkek kısmının kendisini yanında rahat hissedebildiği karşı cins arkadaşları azınlıktadır, yok denilecek seviyededir. Aynı şekilde karşı cinsin de kendisini yanında rahat hissedebildiği, hani kimilerine diyorlar ya bundan zarar gelmez diye, öyle bir şey olsa gerek, farklı bir düşünce akla gelmeden, hani gelse de daha farklı olur, değişik şeyler; geçtik, muhabbet edebildiği karşı cinsi azdır. Amma karşı cins kelimesi geçti be, gören taraftar grubu zannedecek, yok öyle bir şey.

   Diyorum ki [has] arkadaşlıklar azaldı, zaman kötüleşti hepten, hele şu devirde hepten bitti denilecek seviyelere geldi, IMF’ye olan borcumuz gibi oldu. Sıfırı tüketti gitti fakat başka yerlerden arkadaş ödünç aldık, kendimizi sıkıntıya soktuk. Artan arkadaş talebimizi dış borçlarla kapatmaya çalıştık, burada sorun var, mutluluk oranımız kısa dönemli iyiye gitse de uzun dönemde de herkes ölü, ee ne yapacağız şimdi, neyse kimi İtalya dedi gitti, kimi de Rusya dedi gitti. Dönüş yine kendi ülkemize, herkes biliyor tilki dönecek kürkçüye..

   Adam olun abi, özünüzden konuşun, koklaşın, içinizden gelerek bir şeyler söylediğinizi insanlara hissettirin, hani adam olamasanız da olmaya çalışmanız bile bir dönem refah sağlar, dolayısıyla herkesin yanında hak ettiği arkadaşları olacaktır. Mesela;

   Benim arkadaşlarım hak ettiklerim cinsinden; ne ararsan var, hak etmediğim halde iyilikleriyle beni boğanlar da yok değil; hatta onlar çoğunluğu oluşturmaktalar, denge sistemi de böyle kurulmuş ne yapacaksın..
17 Temmuz 2013 Çarşamba 2 fikri olan

Kadınların İşi


   İnsanoğlunu, kızını da, bilim insanı diyorlar ya şimdilerde bilim adamı deyince kadınlar girmiyor içine diye, herkesin derdi bu olmuş, neyse tabi onlarsız olmaz, ele alalım, el üstünde tutalım şimdi, çok da derine inmeden aklıma geleni yazayım; dağıtmadan..
   Kadınlar mesela çok beklentileri yoktur onların hayatta, yok bu cümle hiç inandırıcı değil en iyisi hayatta çalışmalarına dair yoktur. Yok, bu da olmadı, söylemek istenilen mana tam olarak çıkarılamıyor, tabi söyleyemeyiz, sınırlı kelime haznemiz var,  üç-beş kelimeye sıkıştık-tıkıştık kaldık arzuları farklı yönde gelişmiştir. Bu yüzdendir ki girişimcilik konusunda bayrağı kaptırırlar erkeğe, bu konuda bir eşitlikten söz etmek mümkün değil, gerçi genel manada incelediğimizde bile.

   Böyle bir giriş tamam da istenilen yazılamayacak gibi yine,  ihtirasları yoktur desek tepeden gider konu olmaz olur mu, arzu dedik o da olmadı, çaba-gayret desek seni beni alır götürürler o konuda geride bırakırlar herkesi; U.Bolt gibi. Şey desek zeki değillerdir, ağır bir itham oldu ki zeki olamamak geneli için geçerli bir kavram olamaz her ne kadar belli kimseler için durum öyle olsa da. Eee ne diyoruz yok işte kelime karşılığı, ne de olsa şu dilin geçmişi şurada 80-90 yıl, dilsel polemik yapmıyoruz; girmiyoruz o zamanlara.

   Her neyse diyeceğim şu ki erkekler kadar gözü kapalı değiller, bu kelime oldu gibi, duygu olarak hiçbir zaman için mantıksal hareketleri olmasa da, yani vardır elbet onu göstermek de önemli, yoksa kimsenin haberi olmaz sendeki cevherden sen sunmazsan eğer. Gözü kapalı işe girişme konusunda sevme-ilgi duymadan hariç düşünürsek mevzuyu durum böyledir. Bir iş ortaya koyma olarak ruhları, cesetleri uygun değildir, yani net olmak gerekir onlara karşı, yani onlar öyledir, öyle olunsun arzu ederler.

   Mesela kâğıtlarla alakalı bir iş olabilir, yani çok fazla karmaşıklık olmayacak, sıradan ve sınırlı yapılacaklar olacak, telefon çalacak cevap verilecek ve ilgili yere bağlanılacak, işin başlama ve bitiş saatleri belli olacak. Öyle ağır tempoya uyum sağlamaya dayalı bir durum söz konusu olmayacak, gereksiz-yersiz telefonlar çalmayacak, tedarikçiyle müşteri arasında kalma ikisini de iyi etme veya üretimi geciken bir siparişi takip etme, sorun çözme gibi bir durum yine söz konusu olmayacak. Misaller uzar gider fakat anlaşılması gereken komplike işlerin onlara uygun olmadığıdır. Duygusallıktan ziyade kafa yapısı, düşünme yetisi, vücutsal özellikler gibi benzeri durumların farklılığından, cansızlığındandır aslında buna sebep olan.

   Çevremize baktığımızda da bunun örneklerini çoğaltabiliriz, fakat farklı olan konu ne kadar karmaşık bir yapıya sahip olunsa da duygusal anlamda, iş hayata gelince iş yaşamına gelince mantık öne çıkıyor, duygulardan sıyrılma, işi ön plana alarak çalışma, gerekirse de androitleşmiş bir yapı, duyguları alınmış bir kişilik olmak gerekiyor. Bu ise kadınlara yakışmaz, onların doğasında yoktur böyle bir şey; olmaması daha iyidir de onlar için.

   Ana fikrimizi söyleyecek olursak eğer iş yaşamında belki bayanlar ofisin, ortamın neşesi-gülü-çiçeği olabilir fakat onlardan dahasını istemek ayıp olur, dalında güzel olan çiçek gibidirler; girişimcilik olarak düşünüldüğünde onlar öncesine kadar orada iyidir-güzeldirler; öyle kalmaları gerekir. Yoğun tempo alt üst eder narin bedenlerini, zihinlerini, duygularını..
16 Temmuz 2013 Salı 0 fikri olan

Ergen Bir Rüya


   Rüyama girdin bugün sabah, yani epey oldu rüya görmeyeli, seni çok görmek istediğimi hatırlamasam da gözümü açtığımda senin yanında olduğumu hissetmeme şaşırdım. Çok istiyor gibi görünmesem de aslında yanında olmayı dilediğime şaştım kaldım. Çok uyumanın verdiği bir sersemlik değil bu, bir yerlerimin de açık kaldığına işaret etmiyor, tüm gece kulağımın dibinde dolaşan sineklerin vızıltısına da uyanmış değilim. Bunların hiçbiri sebep değil şaşırmama, bulursam sebebini atarım mesaj...

   Aylar hatta yıllar oldu görüşmeyeli, ne bir selam ne de bir nasılsın, ne yapmaktasın sorusu.. la vicdansız daha önce arar sorardın ne oldu da şimdi ses seda yok, işin aslına bakarsak ben de ne olursa olsun aklına gelmemek için uğraşıyordum, yani bunu yapmaktan alınan haz kimseye anlatılamaz, bunun için yazdıklarına cevap vermiyor, aklıma her gelişinde unutmaya çalışıyordum seni, hatta öyle bir zaman oldu ki gerçekten unuttum sandım; yanıldım çıkamadın aklımdan, artık nasıl bir şeysen sen. Özlediğimden midir yoksa yokluktan mı bilemiyorum, gerçi biliyor gibiyim; ikinci şıkkın olma ihtimali yüksek, açlığın da hani etkisi yok değil.

   Rüyaya girecek olursak eğer...

   Ayrıntıları unuttum aslına bakarsak. İki kişilik koltukta ayaklar bir taraftan sarkarken öteki taraftan da başım düştü düşecek hatta sarkmışken, beynime epey kan gitmişken ve bir anda bir mesaja uyandığım için ve saat da çok geç olduğu için bir telaşla yerimden, yatağımdan, koltuk oluyor yatağım, fırladığım için haliyle ayrıntılar yok. Sallayabildiğim kadarıyla yazarım; sıkılınca da bırakırım, ne yapayım böyle bizde. Neyse genel itibariyle anlatayım sen anla artık gerisini.

   Otobüsle gelmişim o kadar yolu tahminime göre 9-10 saatlik bir yol; hafiften ege tarafları, denizi olmayan bir ile doğru yol almışım da gitmişim, tek gelmişim yanına güya. Fakat tam olarak da yanına değil, senin evde olmadığın bir zamanda sana sürpriz yumurtacılık şeyy sürpriz yapmak için beklemişim, öyle gördüm herhalde. Bu yüzden de aval aval geziniyorum ortalıklarda, sanki toplu iğne kaybetmişim de onu arıyor gibi dikkatli ve aklımda, kalbimde sen varmışsın gibi de mutluluk sarhoşu.. o derece yani, aşkı, özlemi düşün sen içimdeki uçuşan kelebekleri...

   Derken evin adresini, bulunduğu ilçe, semti bilmediğim halde kendimi içeride buluyorum, doğal alandaymış, ortamına salınmış eskiden sokaklarda müzik eşliğinde oyunlar yapan mahalle ayısı gibi gezinirken, bu kadar rahat hareket ederken hobaa gangnam style. Bir bakmışım rüyama giren genç-güzel bayanın annesiyle karşılaşıyorum, Allahtan tanışıyoruz daha önceden de ne yapıyorsun sen burada faslını hemen geçiyoruz, halbuki arada yüzlerce kilometre mesafe var ve bu zamana kadar ne bir selam ne de sabah varken bir anda karşılarındayım ve evin içinde. Her neyse aradaki ayrıntıları unutmuş da olabilirim, büyük ihtimalle öyle, neyse hoşbeşten sonra sorduğu soru uçakla mı geldin buraya? Rüya işte akıl-mantık aramanın gereği yok, muhabbetin devamı nasıl rahat geldin mi de olmadı, korkulan gelmedi yani başıma..

   He dedim teyze, yok anne dedim nasıl çıktıysa ağzımdan, annemi özlemiş olma ihtimaline veriyorum. La harbi kaç ay oldu, az daha dursam buralarda, nerelerde, yıl olacak, aslında gitmeme sebebim de var aileye karşı bir yabanilik söz konusu bakıldığında. Ee öyle olunca da haliyle kalp istese de oralarda olmayı bir şekilde gitmeye gelince iş olmuyor, olamıyor olsa da zor oluyor, zorla olunca da bir anlamı olmuyor, olsa da her neyse işte uzuyor git gide daraltıyor insanı...

   Konuya gelelim, he dedim teyze, burayı yazmıştım zaten, sorulan soruya müspet cevap verilmeli ki bir şüphe sezilmesin, abi zaten insanların evine gelmiş girmişsin ortalıkta gezinirken de yakalanmışsın ve oturup şüphelendirmemek için şöyle konuşmalı böyle konuşmalı diyorsun, geçtim burayı da, aslında amaç sürpriz daha önce belirttik zaten. Tam çivileme dalmışız ki koyu bir sohbete, muhabbetin belini kırarken esas kız geliyor içeri, nereden geldiği gösterilmese de noel baba değil ki bacadan gelsin, kapıdandır ya da benim geldiğim gibi penceredendir. Fakat gittiğim ev zemin katta da değil, hepten karışık şeyler oluyor, çok farklı olaylar olmasa da...

   Sona gelelim sıkılmaya başladım, biz muhabbete dalmışken müstakbel fakat eski kayınvalideyle, kayınvalide nedir-nasıl bi’kelimedir abi, neyse işte geldi kızı;

bum, sonrası siyah ekran..
15 Temmuz 2013 Pazartesi 0 fikri olan

Büyüyünce Ne Olacaksın


   Büyüyünce ne olacağı merak edilir kimselerin, dur bakalım ne diyecek diye de meraktan sorulsa da bu soru, insanın küçüklüğünden bellidir aslında ne olacağı. Her zaman tutmasa da çocukluk hayalini gerçekleştirmek vardır insanın içerisinde, kimileri unutur çok uzun zaman sonra gelir akıllara, kiminin üzeri küllenir, tozlanır esen bir rüzgârda aklına gelir ne olacağı. Çok geç değilse ona doğru yol alır, hayatını ona endekslemeye çalışır. Bu zamana kadar yapmadığı varsa o yolda, bundan sonradır o hayalin zamanı ve bundan sonra o hayal gerçekliğe doğru yol alacaktır.

   Zordur elbet hedef koyup küçüklükte ve bu yolda durmadan gitmek, durmadan yürümek, arzuladığını elde etmeye çalışmak, bunun için çaba sarf etmek. Hepsi zordur temelde, şu da vardır ki bu düşünceler ne zaman olmuştur; tecrübeler edilmeden. Hayata dair acı gerçek diye tabir edilenlerle tanışmadan konulan hedeflerdir; gitmek istenilen. O zamanlar küçüksün tabi etrafında sana zarar vermek için volta atanlar yok, insanlar ne kadar kızgın dahi olsa seni gördüklerinde ifadeleri değişiyor, ortada yokken dahi sana karşı gülümsüyorlar. En üzüntülü anlarında dahi sana gösterebilecek tebessümleri vardır. Cepleri her ne kadar boş olsa da her zaman sana verecek bir şekerleri vardır. Şefkat konusunda inanılmaz derecede cömerttirler, her zaman seni severler, sana bir şey olsun istemezler ve bunun için ummalı bir çalışma içerisindedirler.

   Fark etmesen de zihnin alır onları, olanları ve istemesen de bu durumlara göre planlar yaparsın içinden. Senin de farkına varamayacağın konuşmalar gerçekleştirirsin beki içinde, aklının bile ermeyeceği cümleler kurarsın içinde. Hep içinde yaşarsın olanları ve dışarıya sadece gülümsersin, çocukluğun gereğidir bu zaten sana yapılanları ayna misali yansıtırsın etrafına.

   Ve yine hayallerin vardır, hayata geçirmeye çalıştıkların vardır, bir hedef koyarsın önüne, mesela;
Kaldırım çizgilerine basmadan bir noktaya kadar yürümek olur; başarırsın, mutlu olursun. Nefesini tutarsın ara ara, bir öncekini geçtikçe zaferini kutlarsın; sevinirsin.
Yol kenarındaki ağaçları, sokak lambalarını sayarsın; hedeflediğin yere ulaştığında sayıda kaçırma yapmadığında sevinirsin.
Basitinden, gol atmak istersin taştan kaleye köşe vuruşunda kafaya kalkarsın o mahallenin en iyi golünü atarsın; başarına sevinirsin.
Ağaca çıkmaktır amacın; yaparsın inanılmaz derecede sevinirsin.
Kimisi için bakkala gidip ekmek, yumurta almaktır; amacın onları kırmamaktır ve sağ salim gelirsin eve mutlu olursun çevrene yardımın dokunduğunda.
Ekmek almaya gittiğinde herkes seni bekler, fırıncı kandırmaz o zamanlar seni, tatlısın-sevimlisin, bu yüzden en iyisini verir pişirdiği ekmeğin ve gelirsin eve herkes seni beklemektedir, assolist sanmasan da kendini beklenilmek hoşuna gider.
Ve seninle birlikte yemeğe başlanılmasına sevinirsin...

   Örnekler çoğalır gider, sen çevrene yardım ettikçe girişimci gücün artar, Süpermen olamasan da çok iyi bir iş gören olursun o yaşta, herkes sana bir şeyler söyle ve sen de tek tek yaparsın; aklın karışmadan. Komplike isteklere karşı gelmeden kimine gazete kimine su kimine terlik getirirsin, kiminin telefonu kiminin çantası... derken çok büyük iş görürsün evde. Çünkü sen işe yarıyorsun, bu senin de hoşuna gidiyordur, zaman zaman kızsan da yüklenilse de sana sonra bir sakızla devam edersin onlara yardıma.

   Herkesin bir hayali vardır, sen çevrene faydalı olmayı seçersin, orada eksik ne ise bunu gideren sen olmak istersin, böylelikle sevilen kişi olmayı da kimseye vermezsin. Seni baltalayacaklar da yoktur aslında, güven verirler, seni çok seven, sana zarar gelmesinden korkan annen hariç herkes teşvik edici cümleler kullanır, ne yapacak olsan ‘yap, aferin, hadi canım yap biz de görelim’ gibi cümleler duyarsın. Hoşuna gider bu, kendine güvenirsin, işte bu sözleri duydukça artar güvenin.

   Bir taşı yerinden hareket ettirmen, bir ampulü değiştirmen, annen temizlik yaparken koltuğu çekmen, perdeleri takman... bunların tamamı kendine güven aşılar ve bunlar arttıkça, devamı geldikçe çevrene faydalı olmak amacın olur, her işe koşarsın. Aslında süpermensindir kendi içinde de her ne kadar bunu dile getirmesen bile.

   Zamanla, değişen yaşamla birlikte sorumluluk almaya başlarsın, kardeşini okula götürürsün belki, belki de karşı mahalleye gider gelirsin tek başına veya daha uzak bir yere gidersin elini kolunu sallaya sallaya, zordur bunları yapmak o zamanlar yaşıtlarına nazarla.

   Herkes farklı bir insan olmak ister ileride, sen de farklı, faydalı biri olmak istersin, kimi gitar çalmak ister, kimi şarkılar söyler, kablolar, pillerle uğraşanlar da var, tasarımcı olmak isteyen de var, mobilyacı olup ağaç zımparalamaktan hoşlanırsın, komşunun dükkânına çırak da olursun, arkadaşlarının dertlerine derman olacak konuşmalar yaptıkça psikolog olmak gelir aklına, hasta olan bir yakınını kurtarmak için doktor da olursun, çok iyi bir futbol oyuncusu da olursun aynı zamanda, toplumsal olaylara dair sorular sorarsın; sosyolog olmak geçer aklından, şiirler yazarsın stajyer öğretmenine, üst sınıftakilere; şair olmayı istersin, kompozisyon yarışmasında yazın asılır panoya; yazarlık gelir aklına bir gazetenin köşe yazıları kısmında, çizdiğin resim çok beğenilir okul panosuna asılır ve ressam olmayı dilersin sen, bir slogan uydurursun kendince çok beğenilir; reklamcı olayım dersin, kameralara, fotoğraf makinelerine ilgi duyarsın gazeteci olayım dersin, dağ-taş-toprak-doğa seni kendine çeker; dağcı olmayı istersin, arabalar çeker ilgini; rallici olayım dersin...

   Bir gün mahallede foseptik dolar; koku yayılır her tarafa, insanlar sıkıntıya düştüğü anda sen karar verirsin önceden olmak istediklerini bir kenara atarak ‘üzülmeyin, vidanjörcü olacağım, hep bizim mahalleye geleceğim’ dersin. Ne olduğunun önemi yoktur, amacın etrafına faydalı olmaktır.

   Nereden biliyorum, bunları yaşayan benim..
13 Temmuz 2013 Cumartesi 0 fikri olan

Hatalarla Yaşarsın


   Her insanın hataları, pişmanlıkları, hatırladıkça ıstırap duyduğu, kendini yerden yere vurduğu, en yakın inşaatın tepesinden, oradan buradan, ipten, merdivenden, en yakın uçurumdan, fiyortlardan, yarlardan, yârim yârim.. atlama hissi uyandırdığı durumları-hatıraları vardır. Girişe bakarak bir hatıramı nakledeceğimi zannetmen gereksiz oldu, girdik havaya kaçmadan yazalım işte. Her neyse aslında bu özellik yani pişmanlık falan insan olmanın olmazsa olmazıdır, onu niteleyen yegâne olmasa da önemlidir işte, özellik dedik...biraz inceleyecek olursak temelde üçe ayıralım sonra onları parçalayalım, bölelim, karıştıralım..

   Kiminin işlediği fiiliyat kumsala yazı yazmak gibi oluyor, ne demek bu şimdi, laf mı ettin kumsal-güneş-insanın erkek olmayanı..? Şu demektir bu söylenilen; yaparsın önce, günahını-yanlışını, sonrasında duyduğun pişmanlık-üzüntü en az yapıp bitirdiğin kadar kısadır, adı üzerinde işte daha ne açıklama bekleniyor sen bir taraftan yaparken silinir, unutursun öteki taraftan yaptıklarını. Ne uzun oldu cümle be, hani çok uzun olmasa akılda kalıcı birkaç şey var olabilir belki de her neyse, unut gitsin, kısaca etkisi yoktur yani herhangi bir şeye, yani olsa da umurunda değildir zaten sende bu yaparken unutuculuk olduğu müddetçe. Bu yüzden de yazarsın yazını dalga gelir alır götürür yazdıklarını, yaptıklarını. Bakarsın sonra devam edersin, şimdi baktım da neyse devam edelim.. yüzsüzlük gibi oluyor biraz da bu tür davranış, vurdumduymazlık fakat ne yapacaksın insan işte; emmiş sömürmüş çiğ sütü..

   Geçecek olursak bir diğer duruma, ağaca ismini kazımak var, yanlışı yapmak ve onunla berabere büyümek.. zamanında acımak var ve onu hissederek yaşamak var, gerekirse yaş akıtmak var, dezenformasyonlarımız, dezenfektanlarımız, dezavantajlarımız...var. Ne olursa olsun giderilemeyecek izdir; bir çizik dahi hatta sevgiliye üzülüp de koluna köz basmak da var, var mı abi böyleleri, var ki yazdık, neyse öylelerine girmiyorum direk geçiyorum; siz de geçiniz efendim. Ne diyorduk işte seninle yaşar o yaptığın, hayatının her alanında karşına çıkar, bir izdir kalan işte bu yüzden de yaşamayı öğrenmek büyüklüktür o izle, köz izi değil.. Zamanında onu yapmış olmaktan duyulan keder-ıstırap bulutları çökse de üzerine bir şekilde kurtulmaktır ondan, en çok önerilen de insana karışıp unutmaktır olanları. Yoksa arabesk ruh haliyle yapılanlar değil, inadına artırır içerideki üzüntüleri insanlardan kaçmak. Özet geçelim; kaçma karış kalabalığa.

   Bir de şu, son olsun yoruldum, betona isim yazmak vardır, veya tarih atmak... Önceden edebi olarak tarih düşürürlermiş, ebcet hesabıyla, toplar çıkarırlar sonunda da 40 yapar! derlermiş, şimdilerde, la şimdilerde de yok ki bu alışkanlık, e ne zaman vardı işte doksanların başıyla seksenlerin sonunda doğan günümüz yaşayanı biliyordur bunu. Nerede bir beton atılsa önce kurban kesilir Allah için, orası ayrı, demek istediğim betondan sonrası. Yani üzerinden kedi-köpeğin geçip pati izi bırakması mı, hayır bu da değil, ee ne diyorum, kime diyorum? Şunu diyorum, betona isim kazırsın, yok tarih, yok her ikisi birden oluyor her neyse işte alırsın eline onluk çivi beşlik de olur fakat elin çimento olur, tahriş olur falan uğraşma al işte eline uzun ince bir yoldayım.. şey değnek de olur.

   Sonra yaz işte gün/ay/yıl, yurtdışında ay öne geliyor, adamlar cins ne yapacaksın, ya direksiyonları ters ya görüşleri, gerçi şu aralar modernleşme ve çağdaşlaşmadan, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma arzusundan mütevellit arada fark kalmadı on ikiden sonrası anlaşılsa da on ikiye kadar hangisi gün hangisi ay şaşırıyor insan. Yani şahsen şaşırdım bir zamanlar hatalar yaptım Macbook’ta Excel kullanırken de ondan diyorum. Macbook’u vurguladım, sübliminal olmadı direk gözüne soktum onu, hey gidi günler; neydi o zamanlar be... Yaa işte böyledir durum yazarsın yazını donar kalır orada bir daha da çıkmaz, kırarsın kalbi ne yapıştırabilirsin ne öyle bırakabilirsin. Anlayacağın çok ...... bir durumdur, fill in the blank..

   Sadede geliyoruz, emniyet kemerini takar mısın, düzelt üstünü başını da, çıkar o ağzındakini..

   İnsanoğlu işte hata yapmaya duyarlı, yanlışa endeksli bir yapısı vardır, kimileri otomatiğe bağlamıştır, kimisi de yapar ve sonra utanır, sıkılır, kendisine zarar dahi verir, anlattık daha önce. Nedir bunu -kendine zarar verme- yapmadaki gaye, geçmişte değiştiremeyeceği bir yanlışı sebebiyle kendi kurduğu mahkemede yargılamasıdır kendisini. Önerilir mi, hayır bunlar için geç, hatta geç demek için bile her neyse geç işte uzatma.

   Ne olacak şimdi yanlış yapıldı orada mı kalsın her şey, silip atalım mı ne varsa.. Ne yaparsan yap aslında çok da önemli değil, söylemek istediğim şu ki insan ne kadar tövbe etse de yaptıklarından, kendisini karşı tarafa affettirse de iz kalıyor bir yerlerde. Bu yanlışla yaşamayı öğrenmek asıl erdem, yoksa bir ister ufak olsun ister büyük yanlışta kendine zarar vererek sıyrılmak, suçluluk duygusundan kendini soyutlamak hüner değildir.

   Son olarak dal var bir de rüzgâr. Dalı kırar sonra af diler rüzgâr, her ne kadar affedilse de kırmıştır karşıdakini; kırılmıştır kendisi bir kere dal, artık affetse kime ne... Fakat rüzgârın da yapabileceği çok şey yoktur; onun görevi esmektir, gücünü kuvvetini toplamak, mücadele etmek dala kalmış şeydir, ister karşı koyar, ister büker bükülür, kırılır. Kırılmak-kırmak değil de mesele daha derindir.. 

   (Yine yazamadım istediğim şeyi, kaydırdım düşünceleri..)
11 Temmuz 2013 Perşembe 4 fikri olan

Rahat Olayım


   Tek çalışmak istiyorum mümkünse, bol bol para kazanayım, keyfim keyif olsun, istediğim gibi geleyim işime istediğim gibi de gideyim. Tatilim bol olsun, el-alemin yanında onların ağız kokusunu çekmektense kendi işimi yaparım... daha uzar gider, böyle hayallerle, kimi rahatlık der kimi para der ufak hesaplarla kendisini yüksek yerlere koyar. Şunu da düşünmez insan bir kimse yoktur ki oturduğu yerden şirketini, işletmesini bir yerlere çıkarmış olsun..

   Öncelik olarak rahatlığı arzu etmekle kaybeder insan başarılı, müreffeh olabilmeyi, sonrasında az çalışmaktan yana umudu varsa yine olmaz; gelmez başarı. Her ne kadar yola kendi işimi yapıyorum diyerek çıkılmışsa ve devamında da bol haneli gelirler düşünülmüşse olmadı işte. Bir yanlışlık var bu işte, çıkılan yol güzel olsa da amaç yanlış, hedef yanlış konumlandırılmış, yanlış yerde sipere duruluyor..

   Kafa rahatlığı herkesin istediği bir şeydir, üstüne de tatil hatta telefonların kapalı olduğu bir tatil, her insanın arzuladığıdır ek olarak da mesaisinin dışında kesinlikle iş düşünmemek ister insan. Ne kadar güzel istekler hepsi mümkündür aslında, bu tür tembellik odaklı arzu-istekler mümkündür tabi yalnız iş kendinin olmayacak. Başka adamların işi olacak, hele de devletse..

   Böyle düşünmemiştik, hani rahat oluyordu işi olanlar (ben öyle bir şey söylemedim, diyenin yarından tezi yok boynu vurula..) görünüş olarak buna da katılmasam da söyleyeyim, zahiri haline, kendisine güvenini kaybetmemesine ve yanında ek durumlara binaen olabilir, görülebilir fakat durum öyle değil aslında. Nasıl peki?

   Öncelikle kafa rahatlığı unutulsun; yok öyle bir dava, işin senin gücün, aklında rüyanda hayatının her alanında iş ile alakalı haller göreceksin, görmelisin. Nereye gidersen git amacın kendi işine faydalı şeyler yapmak, bulmak olacak.

   Her zaman tatil yaparım da deme tatilde dahi o telefon susmayacak, ne diye çalar o telefon kısaca, mal teslimi yapılacak, tedarikçi istediğiniz ürünleri getirdi, sevkiyata hazırlanan mallarda bozulma tespit edildi, yurtdışındaki müşteri %50 indirim istiyor, yoksa siparişi iptal edecekmiş, müşavir-muhasebecinin ödeme günü geldi, müşteriler siparişlerin ne zaman çıkacağını soruyor, vergilerin ödemeleri geldi... çok fazla can sıkmanın alemi yok işte daha yazılsa ferman gibi yazılır gider. Tabi bunların hepsi olmak için senin tatilini beklemiyor daha niceleri de normal rutin zamanını bekliyor artık orasını var sen düşün.

   Mesaim biter evime gider yatar kalkarım da deme, yani yerinde olsam demem, hem mesai derken şunu düşünebilirsin bugün 16 saat mı çalışsam 18 saat mi çalışsam, ya da 4 saat uyku yeterli midir gibi sorular sorabilirsin, mesai ne demekmiş. Çalıştığın müddetçe karnını doyuracaksın, bunu biliyorsun o zaman çalışacaksın önceleri aç kalmamak için olur sonra dahasını istersin de çalışırsın. insan olarak az ile kanaat gibi bir durumumuz olmadığı için sen kendini ilerde mutlu-başarılı olarak gör ve bugün çalış. Yani böyle olur, rahatlık öyle kolay elde edilmez. Çekersin sıkıntı, derdin artar sonra onların meyvesini yersin, her neyse onu ekersen biçersin kendi işinde, elin işinde başkalarının ektiğine de sulanma gibi bir durumun olabilir. Etik olmasa da iş hayatı öğrenirsen daha çok yersin, dahasını elde edersin.

   Eğer ki rahatlık için kendi işini seçersen.. yok öyle bir dava, girme takıl oralarda. Yok eğer çalışkansan, sürekli aktifse saksı; düşünüyorsan, o zaman elde edilebilecek fakat biraz uzakta olan başarı senindir al, tepe tepe kullan, ne diyeyim sana başka..

   Daha başka hayallerin vardı; ket vurmak zorunda mı kaldın; aldırma, zaten hevesin de kaçtı haberin yok..

   Tembellik için kendi işindeysen olmadı, elalemin işinde daha rahattın..
7 Temmuz 2013 Pazar 0 fikri olan

Bi'Fikrim Var


Ne kadar çocukça derler, veya çocuk gibi safsın der kestirip atarlar sen ne dersen de, ne kadar üretici, zamane yaratıcı diyor buna da olması gereken üretici, ben yaratamıyorum.. her neyse düşündüğüne pişman ederler, hayattan soğuturlar adeta seni, bir daha da düşünmezsin, kendine kızarsın, bir daha da geri çağırmamak üzere üzerini örtersin..

Dur abi yapma! ne gereği var kendine kızmanın, seni anlamayan insanların problemini sen neden üzerine alasın, bırak anlamayanlar öyle kalsın, kendi hallerinde. Sen gel, seninle aynı fikri paylaşmasa da sana destek olabilecek, senin belki de düşünemediğin bir ayrıntıyı görüp seni uyarabilecek arkadaşlarınla ilgilen; onlarla konuş, derdini seni anlamak için zamanını harcayanlara aç, yoksa el âlemin işinde çalışan, sürekli yoğun olduğunu söyleyen kişileri bırak hallerine ki ben de pek fazla hoşlanmıyorum öylelerinden, ölsün onlar, tü-kaka onlar.. Bir faydası varsa o da belki, bir ihtimal senin hırs yapıp sırf ona gıcıklık olsun için başarılı bir genç olabilmendir. Fakat günümüz şartları seni derhal pes edip el âlemin işini yapmaya ileteceği için etkisi iyi yönde olmayacaktır..

Dinlemeyeyim mi kimseyi diye sorarsan, salt olarak bunu söylemiyoruz tabi, sana faydası dokunabilecek, kültürel birikimi olan, (sallabaşı al maaşı) memur zihniyetinden sıyrılmış, az biraz da tecrübe sahibi, bu işlerle ilgilenmiş belki de zamanında girmiş-çıkmış-batmış insanları bulman faydalıdır.

İlk paragrafa gelelim de birkaç açıklama yapıp bitirelim. Şimdi; fikrin var (flickr değil, düzgün okur musun şunu), aklına bir şey geldi, öyle hemen de gelmez bunun için ya kaçman lazım veya… anladın sen onu.

Sen çocuksun dediler, örselediler seni, belki de günümüz modasına uyup tecavüze kalkışanlar dahi oldu, kaçınılmazsa zevk almaya bak derim, her neyse çocuk olman hala bir şeyler üretebilecek kapasitede olabilmen demektir, sen sobanın sıcak olduğunu, camın yenmeyeceğini, merdivenden el cepte-koşarak inilmeyeceğini, yüksekten düştüğünde bir yerinin acıyacağını tecrübe ettin de öğrenmedin mi? Sen çocuksun işte öyle kal. Hayatı yaşa ve öğren, gir-çık, çıktığında  batmış ol ama onun zevkine var da bat, telkinlerle değil.

Sonra safsın dediler de vazgeçirmeye çalıştılar seni, fikrinin içine ettiler tabiri caizse ki caizdir. Sanki düşünceni hayata geçirme aşamasında karşılaşabileceğin zorlukları hesaplamamışsın gibi davrandılar, ne söylersen eksik bir yan aradılar (zaten tam olsa sormazsın kimseye bir şey), işte onlar muhalefet olsun da varsın taştan olsun kabilinden konuşan daha doğrusu ses tellerinin titremesiyle farkında olmadan ses-harf çıkaran konuştuğunu zanneden kişilerdir. Alma abicim dikkate kimseyi, yok alırım dersen de açma abi kendini, yok açarım dersen de sorma abi kimseye bir şey. Senin, sana faydası dokunabilecek, değer veren kişilere ihtiyacın var ilk aşamada.

Sırf seni anlamıyorlar diye kendine kızmanın gereği de yok, birkaç ileriyi göremeyen yüzünden dünyaya küsmenin manası yok; havan kime yabancı.. Bu yüzden ne kız ne de kızdır, her dır-dir haberdir… araştırmanı genişlet sürekli, oluşabilecek bütün olumsuzlukları düşünüp ona göre virüs programları yazma da ona göre savunma duvarı örme de ona göre güvenlik önlemi alma da piyasada tutunmak için gerekenleri bil ve ayrıntılarda boğulup esas konudan sapma.

Ve şunu yapma çocuk (böyle bir giriş hiç olmadı, samimi değil, kibir kokuyor hem de gömleği) abi şunu yapma mesela örtme üzerini düşüncelerinin, ninniler söyleyip uykuya daldırma geleceğini, bilincini kapatma kendin için, annen için, annen için, annen için... bak buradasın, ölmedin hala, yap bir şeyler, ticaret olsun; harekete geç, durma!

Anlamadım yine bi’şey diyenler var, tabi anlamazsınız; bu yazılanlar şuan işinde gücünde olanlar için yazılmadı, ofiste (beyaz masasının üzerine çay damlatanlar) tüm gün duranlar için de yazılmadı. Siz zaten seçiminizi yaptınız; kapatın (önce de söyledik kırmızı yerden kapatacaksın, İbrahim sen de öğrenmişsindir artık kapatabilmeyi), uyuyan devler için, tsunami olup ortalığı kasıp kavurmadan önce sessiz duranlar için yazıldı; kim okur bilinmez tabi.

Not: Yine olmadı, elle tutulur şeyler yok, her şey soyut dedin değil mi , hey aklınla bin yaşa, bak motor çalışıyor.. Saksı değilim ben en çok bana soracaksın..!
5 Temmuz 2013 Cuma 0 fikri olan

Ne Yapalım


   Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik, zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunda olamayan bir gençlik var, sınavlardan bıkmış, hayattan da (girilmesi gerekliymiş, hayat-memat meselesiymiş gibi görünen sınavlar yüzünden) bıkmak üzere olan, uçurumun kenarında (sevgilisinden ayrılmış, yaşama umudunu yitirmiş, çaresiz hisseden, arabesk yaşam tarzı sahibi -duygularını yoğun yaşayan- ve fena bir şekilde bağlanmış) bir kişi edasına kapanan biriysen dur; atlama abi. Zorunda değilsin yıllarca okuduktan sonra üzerine bir de dalga geçmek üzereymiş gibi ömürden ömür çalan, hayatı tüketen sınavlar için uğraşmaya…

   Ne yaparım başka diyerek de çaresizliğin umutsuzluğa kapılmanın gereği yok. Dayım da yok bana yardım etsin ki kamu alanında iş bulayım gibi veyahut özel sektör desen zaten insan dışı bir çalışma usulü var, kapitalizm çarkının dişlileri adamı yer-bitirir, ıslak zeminde artistik patinajlar yapılıyor, kılıçlar çok keskin; her an can verilebilir, kelle koltukta geziyorlar zaten… gibi gibi gereksiz felsefi olmaya çalışan konuşmalar-serzenişler de yapma, bu tür konuşanları da dinleme, dinleme ki onları akıl sahibi her ‘hayvan-ı nâtık’ın (bu insan oluyor) içinde olduğu, kiminde az kiminde biraz daha fazla bulunan cevherin kaybolmasın, tükenmesin…

   Ne diyorsun orada çalışma, burada çalışma ne yapacağız köye yerleşip domates mi yetiştireceğiz? Diyerek de isyanın gereği yok, biliyorum gençsin, kanın kaynıyor, tecrübelerim çok benim diyerek de artistiğin anlamı yok, adam gibi durup dinlemek geriyor konuşanı. Ne zaman dinlemeyi öğrenirsin o zaman da dinlenilen biri olursun (yaz bunu..) domates fikrine gelince mantıklı olabilir 3-5 yıldır organik tarım sedaları yükseliyor semâya köy domatesi bildiğimiz domatesi katlayarak gidiyor piyasada (bunu düşün arada, fakat sen farklı olmaya çalış). Hala işime yarar bir şey çıkmadı dedin şimdi.

   Yoksa sen bana tası tarağı sat köye yerleş mi diyorsun? Diyerek de tepki göstermenin gereği yok, bu fikir de günümüz kapitalizminden bıkmış-usanmış bir insan için (genel olarak metropollerde yaşayan, otlayan insanlarımızın kaçış yeri oluyor..) bunu da yapabilirsin, denklem çok basit, ölmeyecek kadar yersin, yiyeceğin kadarını üretirsin, ne yiyeceklerin çürümesi-bozulması gibi bir sıkıntın olur ne de alım-satımdaki zor denklemlerle uğraşırsın, eğri bellidir senin için, istersen burnunun dikine de gidebilirsin, ne yaparsın edersin, yarını getirirsin. Neye güvenerek söylüyorum bunları, rızık (yiyecek işte) sıkıntısı çekmenin manası yok, Rezzak-ı alem teminatını vermiş, in Turkish, please dersen: as we know in world… dünyada hiç kimse açlıktan ölmez, herkes pastadan, payına düşenin tamamını alır, kimi az kimi çok, kimi meşru kimi gayri meşru alır, ne yapar ne eder alır, kimse, bir başka kimsenin de pastasını yiyemez; yerse o zaten hiç onun olmamıştır (giderse sevgilin, bırak gitsin, dönerse senindir, dönmezse zaten hiç senin olmamıştır gibi bir cümle oldu, anladın işte sen onu).

   Hala konuya giremedin dediğini duyar gibi oldum, konu yok zaten ortada, aslında var, şöyle ki sabır önemlidir, sabırla olgunlaşıyor işler ve sabredildiği müddetçe de kazanımlar artıyor, her neyse geçtik… yıllardır baba parası yiyorum şimdi bir işe girip aileme bakmak zorundayım gibi bir düşünce var kimilerinde, çoklarında, çoğunuzda, hepinizde, alayınız böyle... Onlar yaptıysa seni ki bir anlık hata olmadığı şu yaşında bile para verdiğine göre belli oluyor, hadi olsa dahi düzen (yeni dünya düzeni değil) böyle, o yüzden sen de diğer üç-beş milyon bin (milyar) kişiden biri olursun, sıkıntı yok, insansın, nefes alıyorsun, hareket edebiliyorsun; yetmez mi?

   Az ucundan girer gibi oldun mevzuya yine uzaklaştın düşünceleri var hala zihinlerde, azim önemli, bunu açan yüzlerce (bil-farz vet-takdir) kişi zaten buralara kadar gelemedi, azmedip de okuyamadı, kaybetmiş bir şeyi yok, onlara öyle söyleyin, üzülmesinler, onlar zaten hiç bizim olmadı…

   Ne yapacağız orada çalışma, burada çalışmasınavlara girme, seni-hayatını uyduruktan birkaç insanın hazırladığı sorulara cevap verdiğin kadar zeki gören ve ona göre iş vermek isteyen bir güruhun adamı olma, anlatılmak istenen bu, o zaman ne yapacağız? İçinde olanı kullanacaksın, demiş miydim? Ne bu içte olan, ciğer, kalp, dalak, böbrek falan değil, en üstte olan, başımızın üzerinde yeri olan, ancak yüzde ancak bilmem kaçını (çok cüzi miktarını) kullanabildiğimiz cismi kullanacaksın;

  • ne bu la? Aklını kullan hacı aklını,
  • bu ne la? Sana verilen en büyük nimeti sev-okşa, zorla..
  • la bu ne? Rızkın 9/10’unun olduğu şeyi yap,
  • ne la bu? Ticaret işte, enaniyet (bencillik) olarak algılama da kendin için çalış.. (şimdi sayfanın sağ-kimine göre de sol tarafındaki kırmızı işarete basıp kapatabilirsin. -İbrahim, sen yeğenin Tunahan’dan yardım isteyebilirsin-).
   Hevessizruhsuzinancı (hayatını heba etmenin hem de el âlem için gereksiz olduğuna olan) bozuk, kendisi ve ailesi için daha müreffeh bir hayat düşüncesi olmayan, risk almaktan korkan (sahi risk neydi?), hayatını monotonlaştırıp da her gün ‘sıkılıyorum, off, pıff, işte yine geldik işe’ tarzı söz ve tweetlerle sağa sola saldıran kişileri eledik hayatımızdan, yola devam, el için değil kendimiz için çalışacağız...

   Sen bir aklını kullan, zaten dakikalardır motor çalışmakta, yeteri kadar ısınmıştır o, fırtına yap beyninde, beyninle biz bekleriz sıkıntı değil… devam ediyoruz, şuan için daha önce kimsenin düşünemediği bir fikir bulamadım dedin; doğrudur kısmen, çünkü uçak ilk bulunduğunda da (artık kim kaybettiyse) öyle denilmişti, ‘insan ihtiyacını karşılayacak her şey bulundu, bu kadarı yeterli’ denilmişti, tam metin olmasa da buna yakın işte.. bunu diyenler zannedersem unutmuşlar o an için insan ihtiyaçlarının sınırsızlığını, her neyse el âlemi boş verip imize bakalım.

   Bulamadın zannedersem dünyada kimsenin düşünemediği tırıvırıyı, o zaman aç bi’sekme yandan, yaz molla google’a, nasıl zengin olurum? şimdi bas kendimi şanslı hissediyorum butonuna da (ona basarsan ilk sonuca götürür seni deme, biz de biliyoruz; amaç farklı..) ne çıktı, ooo epey -yüzlerce- sonuç var 0.07 saniyede ele geçen, demek ki zengin olmak basit, yüzlerce yol olduğuna göre… kapatabilirsin sekmeyi, bunu da kapatabilirsin, keyfine kalmış, ne yapayım, banane abi..

   Amacın zengin olmaksa ilk etapta, şimdi kapat, İbrahim sen de kapat…

   Artık ben de sıkılmaya başladım, bir şey anlamadığını, algının tüm uğraşmalara rağmen açılmadığını görünce haliyle bitiriyorum burada, yarım kalmış gibi görünüyor yazı fakat âkil bir kimse için yeter bu kadar, hani key-worlds derler, her neyse şimdilik gittim…

Not1:  Herhangi bir etki, kıpırdanma olmadı zannımca, her neyse sen devam et KPSS, YDS, ALES... hatta LYS, YGS dahi yap bir daha sıkıntı yok, öyle rahatsan eğer..     

Not2: (ne yapacağım şimdi dersen sen de kapat sayfayı azimli kardeşim, yoruldun, gez-dolaş, fikir bul ne satabilirim diye, bir dahakine -inşAllah- haber ederim sana açman gerektiğinde, yazıya da az uzaktan bi’bak madem güzel düşüncelerin var…)