12 Eylül 2018 Çarşamba

Nasıl Bir Boşvermişlik



İneceği durakta uyanmış olsa da uyuyormuş numarası yapmayacaktı.
Göz ucuyla asansörü kesip bir taraftan da yürüyen merdiveni kaptırmama karmaşası içerisinde olmayacaktı. Karoların çizgilerine basmamaya gayret etmeyecek merdivenin son adımında ceketinin yakalarını düzelttikten sonra arabanın anahtarını sol iç cebinden çıkarma alışkanlığından vazgeçecekti. 

Çaktırmadan arabanın etrafını vuran falan var mı diye süzmeyecek yine nereye park edeceğini düşünmekle vakit kaybetmeyecekti. Eve girer girmez takımını bile çıkarmadan belki de saatlerce yatakta sürünmemeyi istiyordu. Gecenin bir yarısı kalkıp yemek yemenin, hatta çok çok yemenin hiç sağlıklı bir şey olmadığından habersiz değildi. Habersiz değildi ve özensiz bir yemek hazırlamamak gerektiğini de gayet iyi biliyordu. 

Kendini çok ufak bir ayrıntıya saatlerce takmayacak, tozlanmış kitaplarını okuyacaktı. 

Yine uyku saatini geçirip veya çok erken yatıp da geç kalkmayı, uyanmakla boğuşarak zar zor kalkıp yine yerin dibine, kapalılıklara yolculuk etmeyi istemiyordu. 

Olmadı. 

Nasıl bir boşvermişlik içindeyse her şeyi olduğu gibi bıraktı. Kendini değiştirmek üzerine bugün de hiçbir şey yapmadı, tıpkı yarın da olacağı gibi. Vakti varsa yarın da aynı durumları yaşayacaktı. Yine aynı alışkanlıklarına devam etti. 

Yeni uyanmış gibi trenden inmek istiyordu çünkü, düşünmeden çalışarak geçen zamanın ona ancak uyku gibi olduğunu biliyordu. Hepsini hesaplamıştı, asansörün yukarıdan aşağı gelip tekrar yukarı çıkmasıyla onun yürüyen merdivenlerden çıkma süresi aynıydı. Vakit kaybetmek istemiyor, bulutları görmek istiyordu. 

Hayatı boyunca kapalı alanlardan nefret eden biriydi çünkü. Bir an önce gün yüzüne çıkmak istiyordu. İnsanlara güveni kalmamış, kimsenin nasıl ideal bir insan olunması gerektiğinin bilincinde olmamasına, yapılanları / yaptıklarını sorgulamadan yaşanamayacağının farkında bile olamamasına üzülüyordu. Umudu tükenmişti insanlığa dair. Ve giderek yabancılaşıyordu çevresine, zaman zaman kendine söz geçiremediği de oluyordu hiç laftan anlamadığı da. 

Çünkü dünyanın dokuzda biri açlıkla boğuşurken sekizde birinin obez olmasını, yüzlerce trilyon olan dünya hasılasının bir avuç aç insana yetememesini anlayamıyordu. Bir anda yitirmemişti umutlarını, çok uğraşsa da artık hiç güzel şeylerin olmayacağını düşünüp duruyordu. Bir zamanlar dünyayı değiştirecek kişinin artık kendini bile değiştirememesinin yorgunluğu, kaybedilmişliği içerisindeydi. Ve kazandıklarını düşünmek yerine kaybettiklerine kafayı takıyor, ufak ayrıntılar yüzünden belki de tüm hayatını hiçe sayıyordu. 

İnsanın ömrü boyunca hırsıyla savaşmasının, onu gereğinden fazla yıprattığını anlamazlığa vermesine katlanamıyordu. Söz geçiremediği nefsi ve onu mahveden arzularının insanı daha çok ve hızla yere, ayaklar altına yaklaştırmasıydı onu düşündüren. Okuyarak vakit kaybetmek istemiyor, düşünerek çözüm bulmaya çalışıyordu. Geç kalmıştı, bir an önce harekete geçilmesinin ancak yıkımdan kurtaracağı bilinciyle yoğrulan beyni yoruluyordu. 

Gece yine tüm bu düşünceler içerisindeyken kaçan uykusu yüzünden yeterli uyuyamadı. Ve yine zorla kalkıp geç  uyandı. Ancak yetişti 7:57 trenine. Yerin dibine, gözü kapalı karanlıklara yol aldı. 

Nasıl bir boşvermişlik içindeyse kendiyle ilgili hiçbir şey yapmadı. 


2 yorum:

MandN dedi ki...

Sizi de zahmete soktuk şimdi..

Unknown dedi ki...

Hayatı tek kanatlı kuş misali görenler uçamaz. Herkesin, dehlizlerde kaybolduğunu düşündüğü esnada nice çift kanatlılar sonsuzluğa kanat çırparlar. Zamanı mazide yada ati de arayanlar bugünün ayakları altında akıp gittiğini göremezler. Aslolan şimdidir. Ve şimdinin içinde, insanın sonsuz mutluluğu yakalaması elindedir. Çünkü hayat asla bedene ait değildir. Hayat ruhtadır. Ve ruhun gıdası muhabbettir. Aslında ferde düşen vazife ,neyin bedene ait neyin ruha ait olduğunu farketmesidir. Bu minvalde isabetli tesbit yapan asla yeise düşmez. Ruha muhabbete vesile olanı keşfetmek basiret sahibi için çok yakınındadır. Takamül etmiş, ilmin süzgecinden geçmiş, hakikat yolcusu olanın, dostları her daim bir dua ile yanındadır. Görmek ile bakmak aynı fiil değildir. Ne görmekte ne bakmakta keramet aramamak lazımdır. Bunlar bedene aittir. Oysa biz ruha ait olanı hissetmeyi aramalıyız. O Duygu ki seneler fevt etse bile sevdiklerini kalbi dualarda zikredenler için o fert fevt etmez. Muhabetti tren vagonlarında bulabilmek için geçmiş zamana seyahat etmek icap eder. Ki , O günübirlik koşuşturma ile bindiğimiz tren istasyonlarında,; derin mananın ve zamanın hükmedicileri; nice göz yaşları dökerek, insanoğlunun felaha dahil olması için muhabbet tedrisatı ile meşgul olmuşlardır. Bugün dahi o ruhu kalbinde hissederek vagonlar arası geçiş yapan, gül raihasını kalbi ile koklar. O kokuyu alanlar için ne bir elem ne bir tasa vardır. Gül kokusu alabilmek temenisiyle…

Yorum Gönder