21 Aralık 2014 Pazar

Bugün Yokluğunun İlk Günü


Bugün yokluğunun ilk günü, tıpkı dün gibi, yarın gibi. Bazen yüzünü hatırlamak için fotoğraflara bakıyorum, ses kayıtların yanımdaymışsın gibi hissettiriyor, sesini açtıkça açıyor sonra yeter bağırma deyip kızıyorum ve sesi kısıyorum. Elim silmeye gitse de kalbim el vermiyor, yapamıyorum. Unutmaya çalıştığım her anı akşamları rüyalarıma giriyor, hep aynı ismi sayıklayarak uyanıyorum. Terli tenim sensiz zor kuruyor, sonrasında zaten uykum da kalmıyor. Bu aralar işe geç kalmaya başladım, tatlı bir ses uyandıracak umuduyla alarmı erteliyorum, ama nafile, yine aynı şarkıda 'Ancora Qui Ancora Tu' çaldığında yokluğunu anlıyorum, dedim ya zaten uyuyamıyorum, sadece sızıp kalıyorum. Kahvaltı yapamıyorum şu sıralar, çikolatalı kruvasan da tat vermiyor, kaybettiğim benliğimi kafeinde arıyorum, kafam bi'dünya ve sen yoksun diye ayılamıyorum. Güç bela doğrulduğum yataktan gardırobu seyrediyorum ve başlıyor sorular, bugün ne giysem, neredesin sen, şimdi burada olsan da bir akıl versen. Pembe gömleğe hangi kravatı takacağımı bir türlü bulamıyorum, renk körüyüm zaten seçtiğim kravat da gömlekle aynı çıkıyor, bu sefer de takımı boğuyor yani bilmiyorum, görenler öyle diyor. Boğulur gibi oluyorum aklıma sen gelince, aynı tutarsızlığa düşüyorum, lacivert takımı giyince. Gittiğin günü matem belledim, siyah takımla gidiyorum genelde iş yerine. Kimse de neden diye sormuyor, sadece siyah kravat yakışmış diyor. Oysa içimdeki zifirilik, bilmiyorum belki de daha çok yakışıyor bedenime. Ya sensiz karanlık odalar, en güzeli onlar, gelip görsen bir de. Akşamları mesaiye kalmaya başladım, eve ne kadar geç gitsem o kadar iyi diyorum, anlayacağın sensiz evi otel gibi kullanıyorum. Gider gitmez de yatağa giriyorum, koca yatakta dönüp duruyorum, uyuyabilene aşk olsun, bozulan çarşafa çok kızıyorum, düzeltirken aklıma gelmene sinir oluyorum ama sana hiç kızmıyorum. Sahi aşk olur mu ki bir daha derken yeniden başlamaktan korkuyorum. Hem sen yıllar önce, daha yeni gitmişken sil baştan başlamaya utanıyorum. Artık ütü yapmak uzun sürüyor, çıkan buharda yüzünü görür gibi oluyorum, düğmeye bastıkça basıyor tüm suyu bitiriyorum. Bu yüzden ne var ne yok her şeyi kuru temizlemeye veriyorum. Çıkmıyor kirler, geçmiyor hiçbir lekem, nasıl bulaşmışsan bir türlü akıp gitmiyorsun bedenimden. Evde bekleyeni olan insanlar, işyerinde daha verimli oluyorlarmış, öyle diyordu, bugünkü filmde. Galiba kovulmam an meselesi desene. Kombiyi de açmıyorum eve geldiğimde, radyatör buz gibi, yatak soğuk, ellerim üşüyor, içimse tir tir titriyor. Nazife teyze çok ses geliyor evinden diyor. O kadar sesli ağlamıyorum ki diyecek oluyorum Nilüfer 'Erkekler ağlamaz' diyor, çaresiz özür dileyip müziğin sesini kısıyorum. İçime haykırmaktan kısılan sesimi bir türlü açamıyorum. Hep evden çıkarken görüyorum kapıya iliştirilen faturaları, neyse akşam bakarım diyerek uzaklaşıyorum. İşe yetişmek için koşar adımlar atıyorum, hatta yürüsem mi koşsam mı bir türlü karar veremiyorum, yine de geç kalıyorum. Eczacı kız işten ayrılmış herhâlde, sabahları göremiyorum. Kebapçının orada karşılaştığımsa yolu değiştirmiş olmalı, yavaşlayıp etrafa bakınıyorum, ne fayda, artık onunla da karşılaşamıyorum. Durakta bekleyen vardı her sabah, ona ne oldu ki diye soruyorum. Oysa hayat devam ediyor, herkes aynı yerinde duruyor, sadece ben geç kalıyorum. Bu geç kalınmışlığı sana bağlıyorum, tıpkı gel demek için çok geç olduğu gibi, biliyorum geç demek için bile artık çok geç, Kıraç'ın dediği gibi. Faturalar birikti hep, sensiz ne kullandığım suyu ne de elektriği ödüyorum. Dedim ya zaten doğal gazı kullanmıyorum, hayatımdaki tek doğallık  sendin, şimdi yapay ne varsa mutluluğu onda arıyorum. Mobil bankacılığa da giremiyorum, üç kere denedim olmadı, meğer şifre yerine ismini yazıyormuşum, oysa tek parolam değil miydin sen, bak şimdi bloke oldum sensizken. Alışverişler çok uzun sürüyor artık, kararsızlıktan hiçbir şey alamaz oldum, hiçbir renk senin kadar tatlı gelmiyor, beğendiğim her şey defolu çıkıyor. Gerçi bir zamanlar seni de beğeniyordum ya neyse artık kimse bilmiyor. Buzdolabının kapısını açık bırakır oldum, zil çalınca sen geldin sanıp koşuyorum, hevesim kursağımda kalıyor kapağı çarpıyorum. Petekli bal vardı dışarda, hatırlarsan en sevdiğin, şimdi karıncalar ortak ona. Hala bir şeyleri paylaşabildiğime seviniyorum, küçük tatlı şeyler, ses çıkarmıyorum. Sadece halime üzüldüklerine şahit oluyorum. Tepsiyi fırına koyarken elim acıyor, yandı her yeri, gidişin aklıma geldikçe acım daha da artıyor. Sevdiğin yemekleri tek başıma yapamaz oldum, her seferinde ölçüyü kaçırıyorum. Kaç tutam sevgi, kaç gram tebessüm, ne kadar mutluluktu bilemiyorum, ben de alabildiğince nefret ekliyorum. Aldığım lezzetiyse tarif bile edemiyorum, tokat atmıştın ya bir kere, gerçi hiçbir yemek ondan daha leziz gelmiyor, yanağımın kızarıklığıysa geçmiyor, erkek adama elma yanak hiç yakışmıyor. Aklıma geldi şimdi, bir de çimdiklerdin kolumu, şimdi her tarafı mosmor, gören dövme yaptırdım sanıyor, geçici mi diye soruyor, senin gibi gidici değil, kalıcı diyorum, herkes ne diyorsun sen diyor. Ne mi diyorum, ne değil, neyin ne olduğu belli, hep neden diye soruyorum, mesela neden yoksun ki. Anlayacağın muhabbetim de çekilmiyor, bu yüzden konuşmaz oldum kimseyle, sadece birkaç soru soruyorum kendime. Cevap gelecek diye beklerken bu sefer de soruları unutuyorum, özgür kızı hatırlıyorum. Nedense otobüste kimse oturmuyor yanıma, yalnızlığı seviyorum ya herhâlde yüzümden de anlaşılıyor, bedenim yalnızlığa alışıyor, ama Selami Şahin doğru söylemiş: alışmak sevmekten cidden daha zor geliyor. Yanılıyor muyum sence, hangi sevgili gidince alışıyor ki insan, yalnız geçen gecelere. Hem sen de çok hevesli değilsin ya burada olmaya, sahi içinde merak var mı hiç, azıcık da olsa. Endişelenme sen. İyiyim, azıcık da olsa. Her yemekten sonra  iki çay söylüyorum ince belli bardakta, biri sana, diğeriyse ötekileşen bana. Bir yudum dahi almıyorsun, anlıyorum ki çayı hala sevmiyorsun, hesabı da hep bana kilitliyorsun. Ah sen, şu kapıyı bir türlü çalmıyorsun. Hesap verecek kimse kalmadı senden sonra, garsona bile seslenemiyorum, biri askıda üç çay parasını masaya koyup sessizce uzaklaşıyorum. Sahile iniyorum her gece, 12:00'de, kayalıklarda geziyorum belki ayağım kayar umuduyla, ama ne mümkün bir türlü düşemiyorum, senin seçtiğin ayakkabıyla, yoksa dualar mı ediyorsun bana hala. Son zamanlarda kötü alıştım başına buyrukluğa, Cemal Süreya sanki bana demiş: köpek gibi dolanıyorum oradan oraya, sevme de yanında yat sen, benim yalnızlığım hep yanımda. Mevsim kış ya ıhlamur içiyorum arada, yeşil çayı da senin için almıştım, müdahil olduğum hiçbir şeyi sevmiyorsun, dokunmamışsın ona da. Yumuşatıcıyı değiştirdim bu hafta, sen kokan tişörtleri kimsesiz çocuklara verdim, ıslaklığa takılmayın göz yaşı, hem de hava yağmurlu aldırmayın dedim, Edip Akbayram gibi kendi kendime aldırma gönül aldırma diye söylendim. Sağ ol abi dedi çocuklar, önemli değil canım derken aklıma geldin, gerçekten hiç önemli değildin, ama, canım. Çocukların yüzündeki neşeyle mutlu olmaya çalıştım, tabi ki olmadı, onu da başaramadım, her gülüşün seni hatırlattığını o zaman bir kere daha anladım. Sen nasılsın bu arada. Mutlusun, onu biliyorum, daha başka. İyilik-sağlık, onu da biliyorum, hava ve suyu bu yüzden hiç sormuyorum. Buralar parçalı sensiz, sağanak gözyaşlı, barajlar bile doldu taştı, daha ne kadar kötü olabilir hava, hayal bile edemiyorum. Hafta sonları umumi temizlik yapıyorum, mıntıka usulü, içtimadan sonra kendi kendime paylaştırıyorum. Mustafa salonda, Necati oturma odasında, Eren mutfakta, Şenel ise hep kaçışlarda, yatak odam da kirin tozun kucağında, zaten orayı da kullanamıyorum ya. Her temizlikte de aynısı oluyor; uzun, düz, güzelim saçların viledaya yapışıyor, tutup getiriyor Mustafa, görmezden gelmeye çalışsam da aklıma takılıyor. Senden bir parçanın yerde durmasına gönlüm razı olmuyor hem de seni öylece bırakmak bana hiç yakışmıyor. Zaten temizliği de yasakladım, Necati koltuğun altında toka bulduktan sonra. Şimdi böyle biraz daha iyiyim, en azından heyecan yapmıyorum, daha sakinim. Neyse bakma sen bana, özlediğimden yazmıyorum bunları, takılıyorum, gerçi bak bi desem de bakar mısın hiç bilmiyorum. Eski defterleri açıp açıp bir şeyler karalıyorum, elim her kaleme gidişinde isminin baş harfini yazıyor sonrasında sayfayı yırtıp atıyorum. Sonra, düşünmemeye çalışıyorum seni. Olmuyor, Cemal Safi gibi de git diyemiyorum, iş işten geçmiş, çok geç olmuş vakit, bir türlü anlayamıyorum. Keşke gidişinin olay olduğu gibi kolay olsaydı unutmak, yırtılan sayfalar gibi seni aklımdan çıkarıp atmak. Yufka yürekliyim yapamıyorum işte, atamıyorum seni, bir yerin incinir diye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder