13 Temmuz 2013 Cumartesi

Hatalarla Yaşarsın


   Her insanın hataları, pişmanlıkları, hatırladıkça ıstırap duyduğu, kendini yerden yere vurduğu, en yakın inşaatın tepesinden, oradan buradan, ipten, merdivenden, en yakın uçurumdan, fiyortlardan, yarlardan, yârim yârim.. atlama hissi uyandırdığı durumları-hatıraları vardır. Girişe bakarak bir hatıramı nakledeceğimi zannetmen gereksiz oldu, girdik havaya kaçmadan yazalım işte. Her neyse aslında bu özellik yani pişmanlık falan insan olmanın olmazsa olmazıdır, onu niteleyen yegâne olmasa da önemlidir işte, özellik dedik...biraz inceleyecek olursak temelde üçe ayıralım sonra onları parçalayalım, bölelim, karıştıralım..

   Kiminin işlediği fiiliyat kumsala yazı yazmak gibi oluyor, ne demek bu şimdi, laf mı ettin kumsal-güneş-insanın erkek olmayanı..? Şu demektir bu söylenilen; yaparsın önce, günahını-yanlışını, sonrasında duyduğun pişmanlık-üzüntü en az yapıp bitirdiğin kadar kısadır, adı üzerinde işte daha ne açıklama bekleniyor sen bir taraftan yaparken silinir, unutursun öteki taraftan yaptıklarını. Ne uzun oldu cümle be, hani çok uzun olmasa akılda kalıcı birkaç şey var olabilir belki de her neyse, unut gitsin, kısaca etkisi yoktur yani herhangi bir şeye, yani olsa da umurunda değildir zaten sende bu yaparken unutuculuk olduğu müddetçe. Bu yüzden de yazarsın yazını dalga gelir alır götürür yazdıklarını, yaptıklarını. Bakarsın sonra devam edersin, şimdi baktım da neyse devam edelim.. yüzsüzlük gibi oluyor biraz da bu tür davranış, vurdumduymazlık fakat ne yapacaksın insan işte; emmiş sömürmüş çiğ sütü..

   Geçecek olursak bir diğer duruma, ağaca ismini kazımak var, yanlışı yapmak ve onunla berabere büyümek.. zamanında acımak var ve onu hissederek yaşamak var, gerekirse yaş akıtmak var, dezenformasyonlarımız, dezenfektanlarımız, dezavantajlarımız...var. Ne olursa olsun giderilemeyecek izdir; bir çizik dahi hatta sevgiliye üzülüp de koluna köz basmak da var, var mı abi böyleleri, var ki yazdık, neyse öylelerine girmiyorum direk geçiyorum; siz de geçiniz efendim. Ne diyorduk işte seninle yaşar o yaptığın, hayatının her alanında karşına çıkar, bir izdir kalan işte bu yüzden de yaşamayı öğrenmek büyüklüktür o izle, köz izi değil.. Zamanında onu yapmış olmaktan duyulan keder-ıstırap bulutları çökse de üzerine bir şekilde kurtulmaktır ondan, en çok önerilen de insana karışıp unutmaktır olanları. Yoksa arabesk ruh haliyle yapılanlar değil, inadına artırır içerideki üzüntüleri insanlardan kaçmak. Özet geçelim; kaçma karış kalabalığa.

   Bir de şu, son olsun yoruldum, betona isim yazmak vardır, veya tarih atmak... Önceden edebi olarak tarih düşürürlermiş, ebcet hesabıyla, toplar çıkarırlar sonunda da 40 yapar! derlermiş, şimdilerde, la şimdilerde de yok ki bu alışkanlık, e ne zaman vardı işte doksanların başıyla seksenlerin sonunda doğan günümüz yaşayanı biliyordur bunu. Nerede bir beton atılsa önce kurban kesilir Allah için, orası ayrı, demek istediğim betondan sonrası. Yani üzerinden kedi-köpeğin geçip pati izi bırakması mı, hayır bu da değil, ee ne diyorum, kime diyorum? Şunu diyorum, betona isim kazırsın, yok tarih, yok her ikisi birden oluyor her neyse işte alırsın eline onluk çivi beşlik de olur fakat elin çimento olur, tahriş olur falan uğraşma al işte eline uzun ince bir yoldayım.. şey değnek de olur.

   Sonra yaz işte gün/ay/yıl, yurtdışında ay öne geliyor, adamlar cins ne yapacaksın, ya direksiyonları ters ya görüşleri, gerçi şu aralar modernleşme ve çağdaşlaşmadan, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma arzusundan mütevellit arada fark kalmadı on ikiden sonrası anlaşılsa da on ikiye kadar hangisi gün hangisi ay şaşırıyor insan. Yani şahsen şaşırdım bir zamanlar hatalar yaptım Macbook’ta Excel kullanırken de ondan diyorum. Macbook’u vurguladım, sübliminal olmadı direk gözüne soktum onu, hey gidi günler; neydi o zamanlar be... Yaa işte böyledir durum yazarsın yazını donar kalır orada bir daha da çıkmaz, kırarsın kalbi ne yapıştırabilirsin ne öyle bırakabilirsin. Anlayacağın çok ...... bir durumdur, fill in the blank..

   Sadede geliyoruz, emniyet kemerini takar mısın, düzelt üstünü başını da, çıkar o ağzındakini..

   İnsanoğlu işte hata yapmaya duyarlı, yanlışa endeksli bir yapısı vardır, kimileri otomatiğe bağlamıştır, kimisi de yapar ve sonra utanır, sıkılır, kendisine zarar dahi verir, anlattık daha önce. Nedir bunu -kendine zarar verme- yapmadaki gaye, geçmişte değiştiremeyeceği bir yanlışı sebebiyle kendi kurduğu mahkemede yargılamasıdır kendisini. Önerilir mi, hayır bunlar için geç, hatta geç demek için bile her neyse geç işte uzatma.

   Ne olacak şimdi yanlış yapıldı orada mı kalsın her şey, silip atalım mı ne varsa.. Ne yaparsan yap aslında çok da önemli değil, söylemek istediğim şu ki insan ne kadar tövbe etse de yaptıklarından, kendisini karşı tarafa affettirse de iz kalıyor bir yerlerde. Bu yanlışla yaşamayı öğrenmek asıl erdem, yoksa bir ister ufak olsun ister büyük yanlışta kendine zarar vererek sıyrılmak, suçluluk duygusundan kendini soyutlamak hüner değildir.

   Son olarak dal var bir de rüzgâr. Dalı kırar sonra af diler rüzgâr, her ne kadar affedilse de kırmıştır karşıdakini; kırılmıştır kendisi bir kere dal, artık affetse kime ne... Fakat rüzgârın da yapabileceği çok şey yoktur; onun görevi esmektir, gücünü kuvvetini toplamak, mücadele etmek dala kalmış şeydir, ister karşı koyar, ister büker bükülür, kırılır. Kırılmak-kırmak değil de mesele daha derindir.. 

   (Yine yazamadım istediğim şeyi, kaydırdım düşünceleri..)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder