Her insanın
hataları, pişmanlıkları, hatırladıkça ıstırap duyduğu, kendini yerden yere
vurduğu, en yakın inşaatın tepesinden, oradan buradan, ipten, merdivenden, en
yakın uçurumdan, fiyortlardan, yarlardan, yârim yârim.. atlama hissi
uyandırdığı durumları-hatıraları vardır. Girişe bakarak bir hatıramı
nakledeceğimi zannetmen gereksiz oldu, girdik havaya kaçmadan yazalım işte. Her
neyse aslında bu özellik yani pişmanlık falan insan olmanın olmazsa olmazıdır,
onu niteleyen yegâne olmasa da önemlidir işte, özellik dedik...biraz
inceleyecek olursak temelde üçe ayıralım sonra onları parçalayalım, bölelim,
karıştıralım..
Kiminin işlediği
fiiliyat kumsala yazı yazmak gibi oluyor, ne demek bu şimdi, laf mı
ettin kumsal-güneş-insanın erkek olmayanı..? Şu demektir bu söylenilen;
yaparsın önce, günahını-yanlışını, sonrasında duyduğun pişmanlık-üzüntü en az
yapıp bitirdiğin kadar kısadır, adı üzerinde işte daha ne açıklama bekleniyor
sen bir taraftan yaparken silinir, unutursun öteki taraftan yaptıklarını. Ne
uzun oldu cümle be, hani çok uzun olmasa akılda kalıcı birkaç şey var olabilir
belki de her neyse, unut gitsin, kısaca etkisi yoktur yani herhangi bir şeye,
yani olsa da umurunda değildir zaten sende bu yaparken unutuculuk olduğu
müddetçe. Bu yüzden de yazarsın yazını dalga gelir alır götürür yazdıklarını,
yaptıklarını. Bakarsın sonra devam edersin, şimdi baktım da neyse devam
edelim.. yüzsüzlük gibi oluyor biraz da bu tür davranış, vurdumduymazlık fakat
ne yapacaksın insan işte; emmiş sömürmüş çiğ sütü..
Geçecek olursak
bir diğer duruma, ağaca ismini kazımak var, yanlışı yapmak ve onunla
berabere büyümek.. zamanında acımak var ve onu hissederek yaşamak var, gerekirse
yaş akıtmak var, dezenformasyonlarımız, dezenfektanlarımız, dezavantajlarımız...var.
Ne olursa olsun giderilemeyecek izdir; bir çizik dahi hatta sevgiliye üzülüp de
koluna köz basmak da var, var mı abi böyleleri, var ki yazdık, neyse öylelerine
girmiyorum direk geçiyorum; siz de geçiniz efendim. Ne diyorduk işte seninle
yaşar o yaptığın, hayatının her alanında karşına çıkar, bir izdir kalan işte bu
yüzden de yaşamayı öğrenmek büyüklüktür o izle, köz izi değil.. Zamanında onu
yapmış olmaktan duyulan keder-ıstırap bulutları çökse de üzerine bir şekilde
kurtulmaktır ondan, en çok önerilen de insana karışıp unutmaktır olanları.
Yoksa arabesk ruh haliyle yapılanlar değil, inadına artırır içerideki
üzüntüleri insanlardan kaçmak. Özet geçelim; kaçma karış kalabalığa.
Bir de şu, son olsun
yoruldum, betona isim yazmak vardır, veya tarih atmak... Önceden edebi
olarak tarih düşürürlermiş, ebcet hesabıyla, toplar çıkarırlar sonunda da 40
yapar! derlermiş, şimdilerde, la şimdilerde de yok ki bu alışkanlık, e ne
zaman vardı işte doksanların başıyla seksenlerin sonunda doğan günümüz yaşayanı
biliyordur bunu. Nerede bir beton atılsa önce kurban kesilir Allah için, orası
ayrı, demek istediğim betondan sonrası. Yani üzerinden kedi-köpeğin geçip pati
izi bırakması mı, hayır bu da değil, ee ne diyorum, kime diyorum? Şunu diyorum,
betona isim kazırsın, yok tarih, yok her ikisi birden oluyor her neyse işte
alırsın eline onluk çivi beşlik de olur fakat elin çimento olur, tahriş olur
falan uğraşma al işte eline uzun ince bir yoldayım.. şey değnek de olur.
Sonra
yaz işte gün/ay/yıl, yurtdışında ay öne geliyor, adamlar cins ne yapacaksın, ya
direksiyonları ters ya görüşleri, gerçi şu aralar modernleşme ve çağdaşlaşmadan,
muasır medeniyetler seviyesine ulaşma arzusundan mütevellit arada fark kalmadı
on ikiden sonrası anlaşılsa da on ikiye kadar hangisi gün hangisi ay şaşırıyor
insan. Yani şahsen şaşırdım bir zamanlar hatalar yaptım Macbook’ta Excel
kullanırken de ondan diyorum. Macbook’u vurguladım, sübliminal olmadı direk
gözüne soktum onu, hey gidi günler; neydi o zamanlar be... Yaa işte böyledir
durum yazarsın yazını donar kalır orada bir daha da çıkmaz, kırarsın kalbi ne
yapıştırabilirsin ne öyle bırakabilirsin. Anlayacağın çok ...... bir durumdur,
fill in the blank..
Sadede geliyoruz,
emniyet kemerini takar mısın, düzelt üstünü başını da, çıkar o ağzındakini..
İnsanoğlu işte
hata yapmaya duyarlı, yanlışa endeksli bir yapısı vardır, kimileri otomatiğe
bağlamıştır, kimisi de yapar ve sonra utanır, sıkılır, kendisine zarar dahi
verir, anlattık daha önce. Nedir bunu -kendine zarar verme- yapmadaki gaye, geçmişte
değiştiremeyeceği bir yanlışı sebebiyle kendi kurduğu mahkemede yargılamasıdır
kendisini. Önerilir mi, hayır bunlar için geç, hatta geç demek için bile her
neyse geç işte uzatma.
Ne olacak şimdi
yanlış yapıldı orada mı kalsın her şey, silip atalım mı ne varsa.. Ne yaparsan
yap aslında çok da önemli değil, söylemek istediğim şu ki insan ne kadar
tövbe etse de yaptıklarından, kendisini karşı tarafa affettirse de iz
kalıyor bir yerlerde. Bu yanlışla yaşamayı öğrenmek asıl erdem, yoksa bir
ister ufak olsun ister büyük yanlışta kendine zarar vererek sıyrılmak, suçluluk
duygusundan kendini soyutlamak hüner değildir.
Son olarak dal var
bir de rüzgâr. Dalı kırar sonra af diler rüzgâr, her ne kadar affedilse de
kırmıştır karşıdakini; kırılmıştır kendisi bir kere dal, artık affetse kime ne...
Fakat rüzgârın da yapabileceği çok şey yoktur; onun görevi esmektir, gücünü
kuvvetini toplamak, mücadele etmek dala kalmış şeydir, ister karşı koyar, ister
büker bükülür, kırılır. Kırılmak-kırmak değil de mesele daha derindir..
(Yine yazamadım
istediğim şeyi, kaydırdım düşünceleri..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder