3 Kasım 2013 Pazar

OŞA - Militer Travma

Not: Acımasız olamadım, düşündüklerimi de tam olarak aktaramadım. Sebep ise yan masamda oturan ailesine hep iyi haberler vermeye çalışan, yemekten, çarşaftan, görevinden, yaptıklarından, yaşadıklarından, çaydan, çorbadan bahseden, bağırıp duran çocuk..

Dipsiz bir kuyu diye tanımlar kimileri, bu çok karamsar bir bakıştır, oysa dışarısı ne kadar aydınlıktı. Kimine göre (böyle düşünen fazla olmasa da) eğlence yeri-samimi arkadaşlıklar mekanıdır; sonrası o arkadaşlığa bağlı kurulu ortaklıklar, kandırılmalar, üçkağıtlar, kansızlıklar.. Hemen hemen herkesin hayat maratonunda zorunlu durağıdır, tabi yurtdışında şurada burada zaman öldürmüşler, yıllardır ülkesine uğramayanlar için kolay; ülkeni, vatanı-milletini seviyorsan bas parayı gelir sonrası.. 

Bir zaman kaybıdır, bunun yanında da mali kayıp çoktur, ya kaybolan-tükenen hayatlar?
Ya tertemiz duygularla gencecik yaşında gelip de hayatını adım adım çürüten madde bağımlısı olup ayrılanlar, onların suçu neydi, onlar vatanı dışardan daha çok sevemez miydi; bulaşmadan elleri pisliğe, soğuk demir yığınlarına, karışmadan kire pasa..

Bir pit-stop yeridir yaşam rallisinin, ne kadar oyalanırsan, o havayı solursan o kadar kaybın vardır ya da bilinmez götürdüğü hayattan kaç katı. Belki her /erkek/ için yapılması gerekendir, aslında o kadar da gerekli olmayandır fakat erkekliğin ölçüldüğü alandır, insan hayatında yağmadır bir talandır.. 

Mecburidir der bazısı ama zorunlu değil der; 'Çünkü sen çağrılma yaşında okuyordun o yüzden bekledik' der, masum bir konuşmadır bu, aslında yalnız emrolunma üzerine yaşayan onlar yüzlerce kişinin kendini-beynini sindiren insanların savunma mekanizmalarının nasıl işlediğinin göstergesidir, yani aslolan o cümleler lafı güzaftır.. 

Hayatın-hayatta kalabilmenin bir başka olduğu çokça zaman da dünyada olunduğu şüphesinin arttığı, ve birçoklarının yaşamına son verdiği?.. (eğitim zayiatı?..)

*

Soğuk ve yüksek duvarlar insanı üşütüyor, hasta olmaktan korkuyor insan; çünkü yok bakanı, 'Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor' diyen o koltukta oturan mı devletin bakanı?.. Revire gitse ağrıları, doğruları söylese inandırıcılığını kaybetmekten korkuyor insan. Sabrediyor acılara-sızılara göz yumuyor, kimse bir şey demesin diye elinden geleni yapıyor fakat onlar dahasını istiyor. Yüklendikçe yükleniyor, bir süre sonra bellek hata veriyor, bağlantı yavaşlıyor, baskı çoğalıyor.. 

Belki de sen sadece işini yap gerisine karışma düsturuna sahip onlarca kişi çalışmaktan bıkıyor, tükeniyor, istiflenen emirlerden ötürü dayanamıyor; kendine, çevresine küsüyor.. Onlarca kişi çalışkanlığını üretkenliğini kaybediyor, düşünemiyor, üretemiyor, kendini tüketiyor ve artan oranlı üretim-tüketim dengesizliği insanı açık vermeye zorluyor kendinden, hayatından, sevdikleri, sevmeyi arzuladıklarından..

Kirli yollarda, elleri cebinde yürüyerek aklındakileri bir kenara atmak, yere belki nefretle fırlatılmış plastik bardağı tekmelemek istese de, rüzgarda üzerine doğru gelen teneke kutuya gelişine vurmayı denese de iki adım öteden ya da beriden, her bir yerden emir geliyor 'Çıkar lan elini cebinden!' ve ikinci emir 'Al ulan onu yerden!'.. 

Dalamıyor da öyle uzaklara, en uzun dalması; uyku öncesi, onda da zaten yorgunluktan bitap düşen gözler dayanamayıp kısılıyor ve ardından kapanıyor.. Anlayacağın kısa süreli oluyor tüm dalgınlıkları, düşünmeye fırsatı olmuyor yorgunluktan.. Belki de alındı düşünme uzvu nizam karakolu tarafından.. 

Ardından emir geliyor, inletiyor ortalığı; 'İçtima! Geç sıraya, geç, geç lan sıraya!'

'Bağırtmayın ulan beni!' derken bile ağızdan tükürükler çıkarken, köpüren ağızdan çıkan nefretle karışık ses, o şiddet, desibel insana yeter, söyleneni yapmak için. Ne kötüdür ki insan öğrenmiştir otorite sesin şiddetinde ve hareketlerin acımasızlığındadır?..

Ürküten köpek havlamalarının insanı afallattığı bir yerdir o alan, açlıktan mıdır yaşananlara duyarlılığından mıdır bilinmez o havlamalar.. Onlar anlamaya en yakın tasmasız gezenlerdir belki de fakat anlamaya çalışmaz içinden geçerse artan yemekleri verir havlamalara bir an olsun ara verdirirler. Fakat bu sefer yemek yeme kavgası aynı beni ademin sırada öne geçme kavgası gibidir.. 

Saat üçtür belki dört buçuk, uykunun en şiddetli, havanınsa en kışkırtıcı olduğu zamandır. Havlamalar çoğalır, oysa bu kavga nedendir, niye bağırılır? Nöbet tutmak zaten eziyettir insana, amacı saptırılmıştır bir bakıma, ya da her neyse bitecek zaten koca iki saat sonra.. 

İçini titretir soğuk, kaç kat ve ne giydiğinin önemi yoktur, her katın arasına gizlenen bir soğuk vardır, yalıtımdır sıcak geçirmez, soğuğa duyarsız.. Halbuki gündüz ne sıcaktı hava, sahi sadece bize mi zıt rüzgar, yoksa.. Oysa içeri girmez sahilde gezerdik.. Gecenin ortalarında çok sevgililerimizi, sevdiklerimizi, arkadaşlarımızı evlerine bırakır eli cebinde dönerdik yalnız belki de bir yoldaşla, elimizin cebinde olmasına canı sıkılan olmazdı; aldırış etmezdi kimse, aldırmazdık biz de.. 

O saatlerde hiç üşümeden kilometrelerce yol giderdik, bir gün köprünün ayağında sabahlardık öteki gün Dolmabahçe'de içimizi ısıtan çayımızı yudumlardık; dışardan esen yele aldırmadan... Başka zaman Tophane'ye giderdik, yeri gelir yol kenarı tabelalarına dayardık sırtımızı uyuklardık; yoktu karıştığımız kimseye ne de bir kimse vardı işimize karışan, tekmelediğimiz bardaklara takılan..

Emrin verilmesi ve yapılması amacının güdülmesiyle birlikte öyle bir yerdeyim ki düşünmenin yerini ahmaklaşmanın aldığı bir yerdeyim. Ne konuşacak birim var, ne biriyle anlaşabiliyorum, on gün gidiyor telefonumun şarjı; akşamları kapatıyorum, azalmasın diye şarjı.. Bazen iki lafın belini kırmaya yelteniyorum, ah şu bel ağrısı.. çekemiyorum ne şınav ne barfiks, koşamıyorum da eskisi gibi, sahildeki gibi.. Sağ diz kapağım izin vermiyor yürümeme, ayakta, sırada durmama, revire gitmek istesem de doğruyu söyler de azar işitirim diye gitmiyorum; kopsa belki inanırlar; eğitim zayiatı, kendi canına kast, vücuduna zarar vermek..

Vatanı-milletini sevip sevmediği yaptığı/yapacağı bilmem kaç aylık mutlak itaat ilkelerine dayalı yaşam anlayışına dayalı bir ülkenin çocuklarıyız.. Oysa ne ödediğin vergi ne eğitim düzeyin önemli, manevi düşüncelerin de önemi yok hiçbir surette..

Tasmasız gezinebilme hürriyeti var bir de insanın arada, oysa yanılmışız ipimiz biraz gevşek bırakılmış o kadar.

Tutturmuşlar militarist kuvvetler 'Her Türk asker doğar' zırvası, kandırmışlar milyonlarca insanı, oysa önceden ne kadar çok severlermiş vatanı..

En önemlisi de bir bunalım ocağıdır, yaptığın ne olursa olsun, eğer üzerindeyse kamuflajın 'militer travma'nın davetine icabet ettin demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder